Bebek beklerken şeker hastalığına dikkat!!!



Şekeri olmayan kadınlarda gebelik sırasında diyabet ortaya çıkabilir. Gebelik şekeri (gestasyonel diabet) doğum gerçekleştikten sonra düzelir.

Gebeliklerin yüzde 7-8'inde görülen gestasyonel diyabet, tipik olarak gebeliğin ikinci yarısında ortaya çıkar. Bu hastalarda kan şekeri düzeyi gebelik öncesinde normal sınırlardadır.
Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Klinik Şefi Doç. Dr. Yüksel Altuntaş, gebelik şekeri çıkan hamilelerin kan şekerinin takip edilerek düzenlenmesinin çocuğun iri doğmasını engelleyeceğini söyledi.


Normal şartlarda belirli aralarla besin almamıza karşın kan şekeri düzeyimiz belli sınırlar içinde sabit tutulur. Bunu düzenleyen çeşitli mekanizmalar birbiriyle denge içinde çalışır. Kan şekerini yükselten mekanizmalar sayıca oldukça fazladır. Buna karşın kan şekerini düşürmeye yönelik hemen tek mekanizma pankreastan salgılanan 'insülin'dir. Altuntaş, gebeliğin kan şekerini yükselten tüm mekanizmaların daha aktif hal aldığı bir dönem olduğunu belirtti. Ayrıca 'plasental laktojen' gibi gebeliğe özgü bazı hormonların da kan şekerinin yükselme eğilimini artırdığını anlatan Altuntaş, eğer pankreasın insülin salgısı dengeyi sağlamakta yetersiz kalırsa gebelik şekeri tablosu ortaya çıktığını açıkladı. Gebelik şekeri için yüksek riskli gebelerde hamileliğin ilk dönemlerinde şeker tarama testi yapılması gerektiğini ifade eden Altuntaş, diğer gebelerde ise 24-28. haftalarda mutlaka yapılması gerektiğinin altını çizdi.


Bu tarama testinde kişiye önce 50 gr şeker yüklemesi yapılır. Testte, 50 gr glikoz içilmesinden bir saat sonra kan şekeri ölçülür. Değerler yüksekse 100 gr glukoz içilmesinin ardından test tekrarlanır değerler yine yüksekse gestasyonel diyabet tanısı konulur. Altuntaş, tanı konulmasının ardından gebenin takibe alınarak, diyet uygulanılarak kan şekeri seviyelerinin hedef değerlerde tutulmaya çalışıldığını söyledi. Hedef değerler artarsa mutlaka insülin verilmesi gerektiğini vurgulayan Altuntaş, gebelere diğer şeker ilaçlarının verilmediğinin altını çizdi.


Doğumdan hemen sonra insülin direnci ortadan kalkar ve diyabet düzelir. Kontrol etmek için doğumdan 6 hafta sonra anneye şeker tarama testi yapılır. Test normal çıkarsa 3 yıl arayla anne izlenir. Doğum sonrası şekerde bir düzensizlik varsa yıllık olarak takip edilir.

Dikkat! Obezite salgın haline gelmeye başladı


Dünyada bugüne kadar 8 bine yakın obezite hastasına “mide kelepçesi” gibi cerrahi yöntemleri uyguladığı bildirilirken Belçikalı Bariatrik Cerrahi Uzmanı Dr. Bruno Dillemans, obezitenin bir salgın haline gelmeye başladığını savundu.


Dillemans, Bursa Cerrahi Derneğince düzenlenen bir toplantıya katılmak üzere geldiği Bursa'da yaptığı açıklamada, halk arasında “şişmanlık” olarak nitelendirilen obezitenin, vücudun fiziksel yapısına uymayacak ölçülerde aşırı derecede yağ depolanması sonucunda oluştuğunu söyledi. Vücudun ideal kilosunun yüzde 20 ya da daha fazla oranda artmasının sağlık sorunlarının ortaya çıkmasına neden olduğunu ifade eden Dillemans, “vücut kitle indeksi” 30 olanların “obez”, 40'ı geçenlerin ise “ölümcül obez” olarak nitelendirildiğini kaydetti. Dillemans, batı ülkelerinde obezitenin yüzde 20-25 oranında, ölümcül obezitenin ise binde 5-10 oranında görüldüğünü dile getirirken, “Obezite dünya genelinde bir salgın haline gelmeye başladı. Bu yüzden salgın olarak nitelendirebileceğimiz obezite son yıllarda yavaş yavaş değil çok hızlı bir artış gösteriyor” dedi. Belçika'da halkın yüzde 25-30'unun vücut kitle indeksinin 30 veya üzeri olduğunu, obezitenin görülme sıklığı açısından ABD birinci, İngiltere'nin ise ikinci sırada yer aldığını anlatan Dillemans, obezitenin son yıllarda Türkiye'de de hızla artış gösterdiğini vurguladı. Dillemans, dünyada 8 bine yakın operasyonla en fazla obezite ameliyatı yapan bir doktor olarak obezitenin bu hızla yayılmasının çok tehlikeli olduğunu düşündüğünü kaydetti. Dillemans, şunları söyledi: “Bu durum, gelecek yıllarda toplumda hem yaşam süresi açısından hem de yaşam kalitesi açısından sorun yaratabilir. Obezite yüksek tansiyon, diyabet, kalp rahatsızlıkları gibi yandaş hastalıkların da artmasına neden oluyor. Bu artışlar da tabii ki yaşam süresini kısaltıyor. Obezitenin tedavi edilmesinin yanı sıra asıl önemli olan, bu hastalığı önlemek. İnsanların beslenme konusunda bilinçlendirilmeleri, kişi obez haline gelmişse de bunu tedavi etmek gerekiyor. Bu konuda en etkin çözüm de ameliyat.” Genç neslin yeme alışkanlığının ve yaşam şeklinin değiştiğine, egzersiz yapma ve hareket etme sürelerinin azaldığına dikkati çeken Dillemans, çocukların zamanlarının çoğunu televizyon veya bilgisayar karşısında geçirdiklerini, bunun da beslenme şeklini olumsuz etkilediğini belirtti. Dillemans, “fast food” denilen gıdaların obezite açısından tehlike oluşturduğuna işaret ederek, “Özellikle son yıllarda çocukluk çağında da yaygın olarak görülmeye başlayan obezite, ülkelerin geleceği olan genç nesilleri sağlıksızlaştırıyor. Bu konuda bir taraftan ailelerin bilgilendirilmeleri diğer yandan da hükümetlerin geniş çaplı önlemler almaları gerekiyor” diye konuştu. Dillemans, vücut kitle indeksi 40'ın üzerinde olan kişilerin yanı sıra kilosu indeksin 35 veya üzerinde olup, obeziteyle ilişkili 2 “yandaş” hastalığı olan kişilere cerrahi yöntemler uygulandığını ifade ederek, şunları kaydetti: “Uygulanan çeşitli cerrahi yöntemlerde komplikasyon oluşma riskleri oldukça az. Ölüm oranları mideye bant takılması yönteminde binde 1, mide küçültme yani by-pass yönteminde ise binde 5. Türkiye'de mideye kelepçe takma yöntemi olarak bilinen bant yöntemi daha yaygın. Bant kötü bir yöntem değil çok yiyen ve yandaş hastalığı olmayan insanlar için iyi sonuçlar alınabiliyor. Ama yandaş hastalığı olanlarda bu yöntemin çok iyi sonuç verdiğini söyleyemeyiz. Bu anlamda Belçika'da ve diğer ülkelerde banttan by-pass yöntemine bir akım var diyebiliriz. By-passın diğer yönteme göre birkaç avantajı var. Hem toplam kilo verme açısından hem kilonun korunması açısından hem de kişinin sosyal faaliyetlere katılabilmesi açısından daha olumlu sonuçları olduğunu biliyoruz.”

Doğal 'kış hastalıkları 'ilacı


Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Faruk Yorulmaz, birçok hastalığa şifa olan ayvanın kalp, akciğer, boğaz, mide, göz, bağırsak ve ağız rahatsızlıklarının tedavisinde faydalı olduğunu söyledi.


Prof. Dr. Yorulmaz, ayvanın faydalarının çok eski çağlardan beri bilindiğini belirterek, “Romalılar parfümden, bala kadar her şey için ayvanın meyve ve çiçeklerini kullanmışlar” dedi.
Dünyada en fazla ayva üretimi yapan ülkeler içinde Türkiye’nin de bulunduğunu belirten Yorulmaz, şöyle konuştu:


“Bu mevsimde her yerde oldukça ucuz fiyata ve bol miktarda ayva bulmak mümkün. Ayvanın meyvesi gibi çekirdeği ve yaprakları da işe yaramakta boya ve kozmetik sanayinde, tıpta da ilaç yapımında kullanılmaktadır. Ayva, protein, şeker, organik asit, A, B2 ve C vitamini ve demir, bakır, potasyum gibi minerallerden zengin, tohumları ise yağ ve protein içermektedir.


AYVANIN FAYDALARI


Ayvanın birçok rahatsızlığın giderilmesi ve korunmasında etkin olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Yorulmaz, şu bilgileri verdi.


“Ayva, çocuklarda sağlığı korur, büyüme ve gelişmeyi hızlandırır. Birçok hastalığa şifa olan ayva, kalp, akciğer, boğaz, mide, göz, bağırsak ve ağız rahatsızlıklarının tedavisinde faydalıdır. Her yaşta sinir sistemini güçlendirir, mide ve bağırsakları zararlı mikroplardan koruyarak hazımsızlık gibi sorunları önler. Cildi ve tırnakları zinde, parlak ve daha sağlıklı hale getirir.
Grip ve nezle de iyileşmeyi hızlandırır. Ayva ya da ayva suyu ishalin geçmesi için de çok faydalıdır. Meyvesi veya meyvesinden hazırlanan şurup ve komposto ishale iyi gelmektedir. Vücudun gücünü artırarak, zinde tutmaya yardımcı olarak yorgunluk ve bitkinlikten korur.
Ağız kokusunu önler. İçerdiği vitamin ve minarelerle kalp ve damar hastalıklarından koruduğu, varisi önlediği ve varis tedavisine yardımcı olduğu, cinsel gücü artırdığı bildirilmektedir. Kandaki kötü kolesterolü düşürerek damar sertliğinden korur. Ayva hoşafı ağızdaki yaraların iyileşmesini hızlandırır. Tereyağında pişirilen ayva, balgamı söker, kronik öksürüğe, solunum sistemi hastalıklarına ve bronşite iyi gelmektedir.”


Ayva çiçeği ve kabuklarının da çok faydalı olduğunu bildiren Yorulmaz, “Ayva çiçeği kaynatılıp içildiğinde annelerin sütünü artırır, kalbi güçlendirir ve baş ağrısına iyi gelir. Ayva kabuklarının kaynatılıp içilmesi, idrar yolu iltihaplarında iyileşmeyi hızlandırır” dedi.
Ağızdaki yaralar, boğazdaki şişlik ve ağrı için ayvanın kendisi ya da yapraklarının kaynatılıp suyu ile gargara yapılabileceğini belirten Prof. Dr. Yorulmaz, dudak çatlamalarını önlemek ya da iyileştirmek içinde ayva çekirdeklerinin kaynatılıp dudakların bu suyla yıkanması gerektiğini söyledi.


Prof. Dr. Yorulmaz, ayva yapraklarının çay gibi demlenip içildiğinde sakinleştirdiğini ve uykusuzluğa iyi geldiğini ifade ederek, şeker içeriğinin düşük olması nedeniyle şeker hastaları tarafından da yenilebilen bir meyve olan ayvanın hem meyvesi, hem yaprağı, çiçek hatta tohumları ile son derece faydalı bir meyve olduğunu kaydetti. NTV

Erkeklerde cinsel sorun, sosyal hayatı etkiliyor

Cinsel yaşam sorunları, kendine güvensizlik ve sosyal hayata uyum sağlayamama gibi olumsuzları tetikliyor.

Psikiyatrist Dr. Levent Soylu, sorunun farkına vararak doktora başvuranlarda psikolojik konumun etkisinin yüksek bulunduğunu belirterek, özellikle işe bağlı aşırı stres, ilişki sürecinde başarısızlık düşüncesinin yarattığı sıkıntı, depresyon, kötü bir çocukluk dönemi ve cinsel bilgisizliğin bunda etkili olduğunu ifade etti.Erkeklerde yaşanan en önemli cinsel sorunlar arasında, erken boşalmanın ilk sırada yer aldığını anlatan Soylu, şunları söyledi:“Hekimlere başvuran hastaların çok büyük bir yüzdesi, erken boşanma sorunu yaşadığını ifade ediyor. Yapılan araştırmalara göre, erkeklerin üçte biri bu sorunu yaşıyor. Ancak, hekimlere başvuranların çoğunluğunu sertleşme sorunları yaşayanlar oluşturuyor. Erken boşalma yaşayanlar, çoğunlukla dikkatini başka yere verme, geciktirici krem kullanma gibi yöntemlere başvururlar. Ancak bu sorunu çoğunlukla çözmediği gibi, alınan zevki de büsbütün azaltmaktan başka bir işe yaramaz. Cinsel hayatta yaşanan sorunlar, kendine güvensizlik ve sosyal hayata uyum sağlayamama gibi olumsuzlukları tetiklemektedir. Bu nedenle sorun ihmal edilmemeli ve uzmana başvurmaktan çekinilmemelidir.”Soylu, cinsel sorunların önemli bölümünün psikolojik nedenlerden kaynaklandığını, bunlar arasında sıkıntı, stres gibi nedenlerin erken boşalmanın ortaya çıkmasına katkıda bulunduğunu vurgulayarak, tedavisinin ise çok kolay olduğunu söyledi. Soylu, ayrıca, eşle olan genel ilişkinin de cinsel ilişkiyi etkilediğini kaydetti.Soylu, sosyokültürel düzeyi yüksek ve cinsel kültürünü sorgulayıp olumlu yönde değiştirebilme yeteneğini sergileyen kişilerin çok kısa sürede, önerilen bazı egzersiz ve bilgilendirmelerle erken boşalma sorununu kısa sürede çözümleyebileceklerini sözlerine ekledi.

Yemekte konuşmak gaz sorununa yol açıyor

Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Faruk Yorulmaz, “Yemeği acele ve hızlı yemek, yemek sırasında çok konuşmak, daha fazla hava yutulmasına yol açar. Bu da kişide gaz sorununa neden olur” dedi.

Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Faruk Yorulmaz, oğunlukla korunması ve çözümü çok zor olmayan bir sorun olan mide bağırsak gazının, herkesin her zaman yaşadığı ve toplumda en sık rastlanan şikayetlerden biri olduğunu söyledi.

Aslında her sağlıklı midenin içinde üst kısmında hava olduğunu ifade eden Prof. Dr. Faruk Yorulmaz, gazın, yenen gıdaların sindirilemeyen kısımlarının kalın bağırsaktaki mikroplar tarafından parçalanması sırasında ortaya çıktığını söyledi.

STRES VE ÜZÜNTÜ DE GAZ YAPIYOR

Özellikle fazla yenen ağır bir yemekten sonra görülen ve çok önemsenmeyen gaz sorununun kullanılan bir ilacın yan etkisi ya da şeker hastalığı da içinde olmak üzere pek çok nedeni olabildiğini ifade eden Prof. Dr. Faruk Yorulmaz, şunları kaydetti:“En sık neden, beslenme sorunlarıdır. Yemeği acele ve hızlı yemek, yemek sırasında çok konuşmak, daha fazla hava yutulmasına yol açar. Bu da kişide gaz sorununa neden olur. Ayrıca öğün atlama ve diğer öğünde fazla yemek yeme, liften fakir beslenme, gıda alerjisi, sigara ve alkol kullanımı, hareketsiz hayat da gazın oluşmasında rol oynamakta. Kadınların adet dönemleri ve gebelik, mide çıkışını daraltan sorunlar, midenin sarkması, mide fıtığı, midenin fazla genişlemiş olması, sindirim salgılarının yetersizliği, mide barsak enfeksiyonları, bağırsakların gıdalara hassas olması, ülser, reflü gibi hastalıklara bağlı olarak da bu sorun ortaya çıkabilir.Şeker hastalığı da midenin boşalmasında gecikme gibi sorunlara neden olarak şişkinliğe neden olur. Bazı ishal ilaçları gibi mide ve barsak hareketlerini etkileyen ilaçlar da bu soruna yol açabilir. Stres, üzüntü gibi psikolojik faktörler de gaz sorununa neden olabilmektedir. Bunların yanında üşüme tüm vücudu etkilediği gibi bağırsakları da etkiler ve gaza neden olabilir. Sıkı giysiler de karın içindeki basıncı artırarak karında gaz ve gerginliğe neden olmaktadır.

“YENİLEN GIDALARA DİKKAT

Prof. Dr. Faruk Yorulmaz, kola, kebap, hamburger gibi yağlı gıdalar ve soğan, lahana, baklagiller, bezelye, mercimek, lahana, turp, soğan, brokoli, lahana, karnabahar, lahana turşusu, kayısı, muz, erik ve erik suyu, üzüm, tam tahıllı buğday ekmeği ve kepekli tahıllar, süt gibi sindirimi güç gıdaların daha fazla gaza neden olduğunu bildirdi.Şişkinlik şikayetiyle başvuran hastaların çoğunun fazla kilolu olduğunu ve zayıfladıklarında çoğunlukla bu şikayetlerinin kaybolduğunu belirten Prof. Dr. Yorulmaz, gaz şikayeti olanların sağlıklı beslenme alışkanlığı kazanması gerektiğini kaydetti.

Sinsi ilerleyen bir hastalık: Böbrek yetmezliği

Erciyes Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Cengiz Utaş, böbreklerdeki hastalıkların genellikle sinsi geliştiğini ve çok önemli belirti vermediklerini, bu nedenle yıllarca böbrek hastası olduğunu bilmeden yaşayan hastalar bulunduğunu söyledi.

Aynı zamanda Türk Nefroloji Derneği ve Avrupa Nefroloji Derneği Yönetim Kurulu Üyesi olan Prof. Dr. Cengiz Utaş, “Türkiye’de, eğer tedavi edilmezse yaşaması mümkün olmayan böbrek hastası sayısı 38 bin” dedi.

Türk Nefroloji Derneği tarafından düzenlenen birlikte düzenlenen, 24. Ulusal Nefroloji, Hipertansiyon, Diyaliz ve Transplantasyon Kongresi ile 17. Ulusal Böbrek Hastalıkları, Diyaliz ve Transplantasyon Hemşireliği Kongresi ve 9. Uluslararası Geriatrik Nefroloji ve Üroloji Konferansı, Antalya’nın Kemer ilçesinde devam ediyor. Organizasyona, aralarında dahiliye uzmanları, hemşireler, nefrologlar, yabancı katılımcılar ve pratisyen hekimlerin bulunduğu yaklaşık 2 bin 400 sağlık çalışanı katıldı.Türk Nefroloji Derneği ve Avrupa Nefroloji Derneği Yönetim Kurulu Üyesi ve Erciyes Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Cengiz Utaş, böbrek hastalıklarındaki gelişmeler, diyaliz tedavileri, hipertansiyon ve böbrek nakli konularının ele alındığı organizasyonun başarılı geçtiğini ifade etti. Türkiye’deki hastaların giderek bilinçlendiğini belirten Prof. Dr. Utaş, hastaların önceden, hastalık aşaması böbrek yetmezliğine geldiğinde öldüklerini, çünkü önceleri böbreğin yerine geçecek tedavileri uygulamanın çok zor olduğunu ifade etti.“HASTA SAYISI 2010’DA İKİ KATINA ÇIKACAK”Böbrek tedavisinin eskiden çok masraflı olduğunu, hastaların diyaliz ünitelerinde yer bulamadıklarını anlatan Utaş, şu anda Türkiye’de 700 civarında diyaliz merkezi bulunduğunu, bazı hastaların evlerinde kendi kendilerine tedavi uygulayabildiklerini, hastaların bilinç düzeyinin de giderek arttığını söyledi. Buna rağmen, böbrek hastası sayısının giderek arttığına değinen Prof. Dr. Utaş, şu bilgileri verdi:“Milyon kişi başına düşen hasta sayısı Türkiye’de 2006 yılının sonunda 525’lere ulaştı. 2010 yılında bugünkü hasta sayısının iki misline ulaşılacağı tahmin ediliyor. Dolayısıyla, koruyucu sağlık daha da ön plana çıkıyor. Çünkü bu hastaların hepsi, hem sosyal hem klinik hem de ekonomik yönden sorunlar yaşıyorlar. Devlet bu tedavilerin önemli bir kısmını üstlendiği için bu paraların çoğu toplumun cebinden çıkıyor. Bu nedenle öncelikle koruyucu tedaviye yönelmemiz gerek. Uzun yıllar şeker hastalığı ve tansiyon kontrol altında tutulursa, böbrek hastalığı geçirme riski en aza iner.”“SİNSİ BİR HASTALIK”Ülkeler geliştikçe insan ömrünün uzadığını, bu nedenle de yaşlılıkta böbrek hastalığı gelişme riskinin arttığını kaydeden Prof. Dr. Utaş, en önemli risk faktörleri ise özellikle 40 yaşın üstündeki insanlarda hipertansiyon ve şeker hastalığı olduğunun altını çizdi. Prof. Dr. Utaş, şöyle devam etti:“Türkiye’de eğer tedavi edilmezse yaşaması mümkün olmayan böbrek hastası sayısı 38 bin. 4 bin civarında da böbrek nakli yapılmış ve yaşayan hastamız var. Böbrek yetmezliği aşamasına gelmiş yaklaşık 40 bin hasta var. Ama daha önemlisi, bu aşamaya gelmesi muhtemel olan çok sayıda hasta var. Bunun en büyük nedeni ise böbrek hastalığının özelliği. Kalbimizi hissedebiliyoruz, atışını duyuyoruz, teklediğini, ağrıdığını anlayabiliyoruz. Birçok organımızın farkındayız, ama böbreklerimizin farkında değiliz. Çünkü böbreklerdeki hastalıklar genellikle sinsi gelişir, çok önemli belirti vermezler. O nedenle yıllarca böbrek hastası olduğunu bilmeden yaşayan hastalarımız olur. Ve yaşayamayacak duruma gelince doktora giderler. Tansiyon için de aynı durum geçerli. Tansiyon hiç ölçtürülmezse, insanlar tansiyonlarının farkında olmazlar. Burada, insanların kontrole gitmesi çok önemlidir. Her insan, özellikle de 40 yaşından sonra senede bir kez idrar tahlili yaptırmalıdır. Basit bir idrar tahlili ile birçok gizlenmiş hastalık ortaya çıkabilir.”YILDA BİR KEZ İDRAR TAHLİLİÇoğu böbrek hastasında hastalık ilerleyinceye kadar hiç bir belirti görülmediğine de işaret eden Prof. Dr. Cengiz Utaş, ancak idrarın renginde bir değişiklik varsa, idrar bulanıksa, hasta normalden çok veya az idrara çıkıyorsa, gece uykudan uyanıp idrara çıkıyorsa mutlaka hekime başvurması gerektiğini belirtti. Halsizlik, yorgunluk, bacaklarda başlayan şişlik, göz kapaklarının altında şişlik, iştahsızlığın da böbrek hastalığının belirtileri arasında olduğunu anlatan Prof. Dr. Utaş, “Günlük en az 1,5 litre su tüketilmelidir. Mümkün olduğu kadar tuzlu yiyeceklerden kaçınmak gerekir. Bir insan, sıfır tuzla bile yaşayabilir. Fast-food tarzı beslenme, çok ciddi anlamda tuz içeriyor. Obeziteye yol açıyor. Bu da böbreği etkileyebiliyor ve birçok hastalığa yol açabiliyor” dedi.

Gürültü, Kulak ve İşitmenin Korunması

Ses çok fazla olduğu zaman iç kulaktaki sinir uçlarını öldürmeye başlar. Yüksek sese maruz kalma süresi uzadıkça daha fazla sinir ucu harap olur. Sinir ucu sayısı azaldıkça da işitme azalır. Ölü sinir uçlarını canlandırmak mümkün değildir ve hasar kalıcıdır.
10 kişiden birinde işitme kaybı vardır, bu kayıp normal konuşmayı ve anlamayı etkiler. Aşırı sese maruz kalma işitme kaybının en sık sebebidir.
Gürültü Kulakları Etkileyebilir mi?
Evet, gürültü tehlikeli olabilir. Eğer ses yeterince yüksekse ve uzun sürerse işitmemize zarar verebilir;
Kulaklarımı iyileştirebilir miyim?
Hayır, eğer kulağınızın yüksek sese alıştığını düşünüyorsanız bu durum kulaklarınıza büyük olasılıkla zarar vermiştir ve hiçbir tedavi yöntemi yoktur. İlaç, cerrahi veya işitme aleti kulağınız gerçekten zarar görmüşse işitmenizi düzeltmez.
Kulak Nasıl Çalışır?
Kulağın üç ana bölümü varıdır: dış kulak, orta kulak, iç kulak. Dışarıdan görebildiğimiz parça olan dış kulak kendi kanalına açılır. Kulak zarı dış kulak yolunu orta kulaktan ayırır. Orta kulaktaki örs, çekiç ve üzengi kemikçikleri iç kulağa sesin iletilmesine yardımcı olur. İç kulakta işitme ve dengeye hassas hücrelerle, beyine giden işitme siniri vardır.
Herhangi bir ses kaynağı kulağa titreşim veya ses dalgaları gönderir. Bunlar dış kulak yolu vasıtasıyla iletilir ve kulak zarına çarparak zarın titreşimini sağlar. Bu titreşimler orta kulağın küçük kemikçiklerine iletilir ve kemikçikler yoluyla iç kulağa buradan da işitme sinirine geçerler. Titreşimler iç kulakta sinir uyarıları haline dönüştürülür ve beyine giderler. Beyine uyarılar müzik, kapı çarpması gibi ses olarak algılanır.
Ses çok fazla olduğu zaman iç kulaktaki sinir uçlarını öldürmeye başlar. Yüksek sese maruz kalma süresi uzadıkça daha fazla sinir ucu harap olur. Sinir ucu sayısı azaldıkça da işitme azalır. Ölü sinir uçlarını canlandırmak mümkün değildir ve hasar kalıcıdır.
Sesin zararlı olduğunu nasıl anlayabilirim?
İnsanlar gürültüye duyarlılıkları açısından farklıdır. Genel olarak sesini duyurmak için bağırmak zorunda kaldığınız gürültülü ortam, kulağınızı ağrıtan sesler, kulağınızı çınlatan gürültü veya maruz kaldıktan sonra sağırlık yaşattıran sesler işitmenize zarar verebilir.
Bilimsel olarak ses iki türlü ölçülebilir: şiddet veya sesin yüksekliği debisel (dB) olarak ölçülür. Tizlik ise saniyedeki ses titreşim frekansı olarak ölçülür. Düşük tizlik daha az titreşim yaparken yüksek ses daha fazla titreşim yapar.
Frekans ve işitme kaybı arasındaki ilişki
Frekans saniyedeki devir veya Hertz ( Hz) olarak ölçülür ve sesin tizliğinin ne kadar fazla olduğunu gösterir. Genel olarak en iyi duyan çocuklar orgun en düşük noktası olan 20 Hertz' lik köpek havlama sesinin en tizliği olan 20.000 Hertz'lik sese kadar sesleri ayırt edebilir. İnsan konuşması 500-2.000 Hz arasındadır. Duyma kaybı başlayınca yüksek frekanslar daha önce kaybedilir. Bu da işitme kayıplı insanların bayan ve çocukların yüksek tizlik seslerini neden daha zor duyduklarını açıklar.
Yüksek frekanslardaki duyma kaybı ile ses duyulmasına rağmen anlaşılamaz. Ayrıca işitme Kayıplı hastalar benzer duyulan kelimeler arasındaki farkı ayırt edemezler çünkü sessiz harfler diğer sessizlere ve sesli harflere nazaran daha yüksek frekans ağırlığına sahiptirler.
Debisel Nedir?
Sesin şiddeti debisel (dB) olarak ölçülür. Yelpaze insan kulağının duyabileceği en silik sesten (0dB) roketin havalanma sesine (180dB) kadar değişir. DB logaritmik bir ifadedir, bu yüzden dB şiddetinde gelir; yani 20 dB, 10 dB katıdır.
DB Örnek
0 insan kulağının duyabileceği en silik ses
30 Fısıldama sessiz kütüphane ortamı
60 Normal konuşma, daktilo, dikiş makinesi
90 Çimen biçme makinesi, kamyon trafiği (günlük 8 saat)
100 Demir testere, havalı delici, kar aracı (korumasız maksimum 2 saat)
115 Rock konseri, oto kornası (korumasız max. 15 dakika)
140 Jet motoru (gürültü ağrı yaratır ve geçici sağırlık oluşturur)
Duymamı etkilemeyen en yüksek dB ?
Pek çok uzman 85 dB'den daha fazla sese maruz kalmanın zararlı olduğu konusunda hem fikirdir.
Gürültü süresi ve hasar ilişkisi nedir?
Yüksek sese ne kadar uzun süre maruz kalırsanız o kadar hasar gelişir. Ayrıca sesin kaynağına ne kadar yakınsanız hasar o kadar fazla olur. Ateşli silah kullanan biri kulaklık kullanmıyorsa işitme kaybı riskiyle karşı karşıyadır. Son çalışmalar gençlerde işitme kaybı sıklığının arttığını göstermektedir. Yüksek sesle dinlenen rock müziği ve kulaklık taşınabilir Walkman veya Diskman gibi aletlerin kullanımındaki artış gençlerdeki işitme kaybından sorumlu olabilir.
Gürültünün Başka Zararları Var mı?
Kulak çınlaması gürültüye maruz kalma sonrası görülür ve sıklıkla kalıcıdır. Bazı insanlar yüksek sese sinirlilik reaksiyonu gösterirler ayrıca kalp hızı ve kan basıncı veya mide asidinde artma görülebilir.
İş Sırasında Gürültüye Maruz Kalma
Pek çok insanda devamlı 85 dB üzerinde gürültüye maruz kalma anlamlı şekilde işitme kaybına yol açar ve daha yüksek sesler bu hasarı artırır. Korunmamış kulaklar için izin verilen maruz kalma süresi ortalama gürültü seviyesinde her 5 dB artış için yarısı kadar azaltılmalıdır. Örneğin 90 dB için maruz kalma süresi 8 saat, 95 dB için 4 saat ve 100 dB için 2 saat olmalıdır. İzin verilen en yüksek gürültü seviyesi korunmuş kulak için günde 15 dakika ve 115 dB'dir. 140dB üzerindeki gürültü kabul edilemez.
Gürültülü çalışma ortamları daha az gürültülü aletlerle donatılmalı veya çalışma saatleri azaltılmalıdır. Ancak bunun maliyeti pahalıdır. Alternatif olarak kişisel işitme korumaları ortalama 90 dB'den yüksek gürültüde kullanılmalıdır. Gürültü ölçümleri işitme koruması ihtiyacını gösterirse işveren en az kulak tıkayıcı ve bir tipte kulak susturucusunu ücretsiz olarak çalışanlara vermek zorundadır. Yıllık işitme testleri yüksek frekanslarda 10 dB veya daha fazla işitme kaybı gösterirse çalışan bilgilendirilmeli ve gürültü 8 saat için 85 dB'den fazla ise işitme korumaları kullanılmalıdır. İşitmede daha fazla kayıp ve / veya kulak hastalığı ihtimali KBB uzmanına görünmeyi gerektirir.
İşitme Koruyucuları Nedir ve Ne Kadar Etkilidir?
Kulak topları ve kağıt doku tıpaları sesi sadece 7 dB azaltır. İdeal 2 form vardır: kulak tıkacı ve kulak maskesi. İşitme koruyucusu kullanan işçilerden yarısı koruyucuların ses azaltma potansiyellerinin yarısını kullanırlar çünkü bu gereçleri devamlı kullanmazlar veya bu aletler kulağa tam olarak uymazlar. 8 saatlik bir süre devamlı takılırsa 30 dB'lik ses azalması bu koruyucu gürültüde 1 saat çıkarılırsa sadece 9 dB'lik sağlar. Bu debiseller logaritmik yelpaze ile ölçümleri sonucudur ve her 10 dB artışa ses enerjisinde 10 kat artış görülür. Korunmamış kulakla işçi, koruyucu kullanmaya nazaran 1000 kat daha fazla ses enerjisine maruz kalır. Ek olarak sese maruz kalma toplamsaldır. Bunun için evdeki gürültü veya partideki gürültü toplanarak hesaplanır.
İşitme kaybından şüpheleniyoruz bir KBB uzmanına görünün. İşitme problemini teşhis eder ve en iyi tedavi yolunu önerir.

Checkup niçin önemli?

Herhangi bir şikayet olmaksızın, kişinin sağlığı hakkında genel bilgi almak ve gizli biçimde varolabilecek bazı hastalıkları daha erken aşamalarda saptamak amacıyla yapılan görüşme , fizik muayene ve tetkiklerden oluşan periyodik sağlık taramasına checkup denir. Günümüzde bir çok ölümcül hastalığı tedavi edebilmenin başlıca yolu erken tanıdır. Son birkaç yıl içinde checkup konusunda gerçekten önemli adımlar atıldı. Hastaneler bu konuda organize olarak büyük yatırımlarla özel bölümler açtılar. Büyük tanıtım kampanyaları yaparak checkup'ın önemini vurgulamaya çalıştılar. Şimdilik tatminkar olmasa da belli bir potansiyel oluştu gibi.
Muhtemelen son sağlık kontrolünü yeni bir işe başlarken veya askere giderken yaptırmışızdır. Ancak son yıllarda ortalama eğitim düzeyi yükselen ülkemizde sağlık bilinci de yavaş yavaş batı standartlarına yaklaşmaya başlamıştır. Hastaneler de bu talep karşısında kayıtsız kalamayarak yeni düzenlemelere girişmişlerdir.
Niçin Check Up ?
Checkup ile erken teşhis mümkündür. Genellikle hastaneye gitmemize her hangi bir organımız veya bölgemizdeki şikayetimiz neden olur. Ama organlarımızın fonksiyonel kapasiteleri çok yüksek olduğu için büyük oranda tahribat olmadan genelde şikayet meydana gelmez. Örneğin kalp damarları % 60 tıkanmadan göğüs ağrısı ortaya çıkmaz. Bu nedenle erken teşhis çok önemlidir. Erken teşhisle bulaşıcı hastalıkların özellikle aile içi yayılması önlenir, tedavi masrafları çok önemli oranlarda azaltılır, kanser gibi ileri evrelerde tedavisi mümkün olmayan hastalıklar tedavi edilir. Hastalık ortaya çıktıktan sonra hem tedavi çok daha pahalı olur, hem de sağlığımız bozulmuş ve iş işten geçmiş olur. Sadece birkaç saatinizi ayırarak, bütün hayatınızın kalitesini belirleyeceksiniz.
Checkup konusunda iş adamlarına neler önerilir?
İş dünyasındaki aşırı stres vücudu olumsuz etkilemektedir. Fakat buna rağmen yoğunluk nedeni ile sağlığa yeterli zaman ayrılmamaktadır. Halbuki iş adamlarının sakin bir hayat yaşayan kişilere göre daha fazla önemsemesi ve buna mutlaka zaman ayırması gerekir. Ülkemizin ve dünyanın refahına katkı sağlayan insanlar kolay yetişmiyor. Unutmayalım ki sağlığın kıymeti ancak kaybedilince anlaşılır.
Checkup'ın kapsamı ne olmalıdır?
Checkup kişinin cinsiyetine, yaşına ve sahip olduğu genetik faktörlere bağlı olarak sağlığı hakkında tüm sistemlerle ilgili yeterli bilgi verebilecek kapsamda olmalıdır. Belirli şartlarda bazı tetkikler ön plana geçmelidir.
Bu kapsamın belirlenmesinde kişinin ayırabileceği zaman ve ekonomik şartları göz önünde bulundurulmalıdır.
Checkup kimlere uygulanmalıdır?
Checkup her yaştaki bireylere uygulanabilir ama genel uygulamada özellikle 35 yaş sonrası daha önemli hale gelmektedir.
Checkup hangi sıklıkta uygulanmalıdır?
Keskin sınırlar olmamakla beraber 35 yaş üstü bireylerde yılda en az bir kez yapılması önerilir.
Checkup çeşitleri nelerdir?
Kişinin yaşı, cinsiyeti, ailevi hastalıkları ve sahip olduğu risk faktörlerine göre farklı kapsamda checkup programları uygulanmaktadır. Genç bireylerde koruyucu hekimliğe yönelik dar kapsamlı checkup programları uygulanırken 50 yaş ve üzeri erkek bireylerde kalp damar hastalıkları başta olmak üzere, akciğer, prostat ve kolon kanserleri üzerine odaklanılır. 50 yaş ve üzeri bayan bireylerde ise menapoz ve beraberinde getirdiği rahatsızlıklar, kalp ve damar hastalıkları, meme ve rahim kanserleri üzerine odaklanılır.
Checkup türleri nelerdir?
Genel Checkup
Detaylı Erkek Checkup
Detaylı Kadın Checkup
Kardiyolojik Checkup
Çocuk Checkup
Menopoz Checkup
Prostat Checkup
Checkup'a gelmeden önce nelere dikkat etmelisiniz?
Hamile iseniz veya bu konuda kuşkularınız varsa işlemlere başlamadan önce mutlaka doktorunuza bildiriniz.
Daha önce yapılmış test ve tetkik sonuçlarınızı lütfen beraberinizde getiriniz.
Mutlaka randevu alınız ve randevu günü hiçbir şey yemeden ve içmeden geliniz.
(812 saatlik bir gece açlığı yeterlidir.)
Rahat bir kıyafetle geliniz, programınızda eforlu EKG varsa koşuya uygun bir kıyafetinizi yanınızda getiriniz.
Kalp veya tansiyon ilacı kullanıyorsanız, mutlaka checkup'ı uygulayacak doktorla bir kaç gün önceden konuşunuz.
İki gün süreyle kırmızı et, brokoli ve turp gibi besinler almayınız.
C vitamini kullanılıyorsanız, iki gün öncesinden kesiniz.
Demir içeren ilaçları üç gün önceden kesiniz.
Kadınlar için checkup'ın mensturasyon (adet) günlerine rastlamaması tavsiye olunur.
Sonuç olarak dönüşü olmayan bir yola girmektense senede bir gününüzü sağlığınıza ayırarak hayatınızı kurtarabilirsiniz.

Sağlıklı Beslenme

Canlıların hayatlarını devam ettirebilmek için dışarıdan ağız yoluyla aldıkları her türlü yiyeceğe "besin" diyoruz. Çocukların büyümesi, organların çalışması, eskiyen hücrelerin yenilenmesi, günlük faaliyetlerimizi yürütmek için ihtiyaç duyduğumuz enerji hep besinler yoluyla temin edilmektedir. Besinlerin vücuda alınmasına beslenme denir. Ancak beslenmede önemli olan çok beslenme değil yeterli ve dengeli beslenmedir. Sağlıklı beslenme yeterli ve dengeli beslenmedir. Vücudu oluşturan hücrelerin düzenli ve dengeli çalışması için besin öğelerinden yani yağlar, karbonhidratlar, proteinler, vitaminler ve minerallerden yeterli miktarda alınmalıdır.. Vücudun tüm besin maddelerine ihtiyacı vardır. Tek taraflı beslenmek yani sadece protein veya karbonhidratla beslenmek yanlıştır.
Yemek yeme alışkanlığımız zihinsel ve bedensel faaliyetlerimizi etkileyen unsurlardan biridir. Sağlıksız beslenme düşünme ve kavrama yeteneğinin azalmasına ve hafıza kayıplarına neden olur. Günde 8 saat uyuduğunuz halde kendinizi yorgun hissediyor, bedensel, zihinsel faaliyetlerinizde çabuk yoruluyor, hafıza ve düşüncenizde azalma görüyorsanız mutlaka yemek yeme alışkanlığınızı gözden geçirin.
Besinler, taşıdıkları ana maddeler yönünden beş grupta toplanmaktadır.
1 Proteinler: Vücudun en etkili kalori yakıcı bölümü olan kas dokusunu güçlendirmek açısından çok önemlidir. Protein et, süt, yumurta gibi hayvani gıdalarla; soya fasulyesi, mercimek, nohut ve kuru fasulye gibi baklagiller ürünlerinde bulunmaktadır. Proteinler, çocukların büyümesinde, eskiyen hücrelerin yenilenmesinde, yaraların iyileşmesinde görev alan çok önemli besinlerdir. Vücudumuzun vazgeçilmez yapı taşları hükmünde olan enzimler ve hormonlar birer protein maddesidirler. Hücre çekirdeklerinde yer alan aminoasitler, her insanı diğerinden ayıran özellikleri genetik olarak kodlamada kullanılırlar. Bu aminoasitler, mide ve barsaklarda emilen proteinlerin enzimlerle parçalanması (sentezi) sonunda elde edilirler.
2 Vitaminler: Metabolizma olaylarında katalizör ve düzenleyici olarak görev yaptıkları tahmin edilen vitaminler, A, B, C, D, E ve K vitaminleri olarak isimlendirilir. Süt, süt ürünleri, et, yumurta, unlu gıdalar, yağlar, meyve ve sebzeler besin olarak alınırken; aynı zamanda vitamin ihtiyacı da karşılanmış olur. Vitaminlerin bir özelliği de vücutta tutulamamasıdır. Bu nedenle mutlaka günlük olarak yeterli miktarda alınmalıdırlar.
3 Karbonhidratlar: Karbonhidratlar pirinç, bulgur, makarna gibi tahıllardır. Temel maddesi nişastadır. Selüloz ve şeker bunu takip eder. Nişasta da aslında bitkilerin depo şekeridir. Bir adı da "posa" olan selüloz maddesi barsakların çalışmasında regülatör gibi vazife yapmakta, fazla yağların ve zehirli maddelerin vücuttan atılmasını sağlamakta; ayrıca kabızlığı önlemektedir. Kan dolaşımında yer alan ve hücrelerin en önemli yakıtını teşkil eden glikoz, bir şeker maddesidir. Kandaki glikoz oranı, beyin ve sinir sistemi için hayati bir öneme sahiptir. Bu sebeple; karaciğer bir miktar glikozu (glikojen şeklinde) depo ederek; ihtiyaç anında kana ermektedir. Günlük enerji ihtiyacımızın hemen hemen yarıya yakınını karbonhidratlardan sağlarız.
4 Yağşeker: Yağ ve şeker, çok az tüketilmesi gereken gıdalardır Fakat A, D, E ve K vitaminleri gibi vücudumuz için önemli vitaminleri taşıma görevi yaptıklarından dolayı sağlıklı yaşam için yenilmesi çok önemlidir. Sıvı ve katı yağlar, şeker ve tatlılar bu grupta yer alır. Yağlar, enerji kaynağı olmaları yanında, hücre zarlarının da temel maddesidirler. Ayrıca, yağda eriyen vitaminlerin bağırsaklar tarafından emilmesini ve sinirlerin etrafında "miyelin" adı verilen kılıfı teşkil ederek haber iletiminin aksamamasını temin ederler. Günlük enerjinin yüzde otuzuna yakınını yağlardan sağlarız. Aşırı şekilde alınan karbonhidrat ve şeker, vücutta depo edildiğinden "şişmanlık" dediğimiz metabolizma bozukluğuna yol açmaktadır. Fazla yağın bir miktarı da kana karıştığından "dolaşım bozuklukları"nın başında yer alan "damar sertliği" yapmaktadır. Uzmanlar, alınan günlük yağ miktarının 80 gramı aşmaması gerektiğinde birleşmişlerdir.
5 Mineraller: Mineraller (kalsiyum, bakır, iyot, demir, çinko vb.) sebze ve meyvelerde bulunur, hücre korunması ve sağlıklı diş, kemik, cilt yapısı için önemlidir. Mineraller ayrıca kalp ritmi, kan basıncı, vücuttaki sıvı dengesi gibi daha birçok düzenleyici fonksiyonlarda rol oynar. Vücutta metabolizma olaylarının vazgeçilmez maddelerinden birisi minerallerdir. Maden tuzları ve suda erimiş iyonlar halinde hücrelerde yerleşen mineraller, ısı ve elektrik iletiminin temel maddesidirler. Sağlıklı ve dengeli bir beslenmede mineral eksikliğinden bahsetmek mümkün değildir.
Dengeli Beslenme Önerileri:
Güne mutlaka kahvaltı yapılarak başlanmalıdır. Kahvaltıda bütün besinlerden alınmaya çalışılmalıdır. Bu şekilde vücut güne zinde başlayacak; gece boyu alamadığı enerjiyi karşılayacaktır. Daha sonra gıda alımınızı kahvaltıdan başlayarak gün içine yaymak daha etkin kalori yakılmasını sağlar. Günlük beslenme yapılırken mutlaka az az ve sık sık yemelidir. Midenin tam dolu olması midenin çalışırken zorlanmasına neden olur. Tam olarak dolu mide sağlığımızın zaman içinde bozulmasına, erken yaşlanmaya neden olur. Midenizi katı gıdalarla doldurulmamalıdır. Katı gıdalarla dolu mide içeriğinin gerekli öz suyu her tarafa dengeli ulaştırması güçleşir ve sindirim zorlaşır. Sık ve az yemekle hem midenin rahat çalışması sağlanmış olur hem de daha fazla kalori yakılması sağlanır.
Her gün mutlaka meyve yenilerek vücudun ihtiyaç duyduğu enerji verilmelidir. Beynin oksijen dışındaki tek enerjisi glikozdur. Glikoz meyvelerde hazır halde bulunur. Diğer gıdalarla alınan şeker midede yakılarak glikoza çevrilir. Bu nedenle meyveler aç karna yenmelidir. Meyveler yemeklerden 30 dakika önce veya 3 saat sonra alınmalıdır. Mide doluyken alınan meyveler midede kalıp besin değeri kaybolup orada mayalanacağı için bütün sindirim sistemini yorar.
Yemeklerde aşırı yağlı olmasından kaçınılmalı ve haşlama, fırında pişirme veya ızgarada pişirme yöntemleri tercih edilmelidir. Yemek yağı olarak da katı yağlar yerine sıvı yağlar tercih edilmelidir. Tamamen yağsız bir yaşam mümkün değildir. Ancak yağların vücutta tutulma özellikleri bulunması nedeniyle obezite yani şişmanlığa neden olabilmektedir. Bu da farklı sağlık sorunlarının ortaya çıkmasına neden olmaktadır.
Vücudumuzda dakikada 10 milyon hücre ölür ve bir o kadarı da yenilenir. Ortalama 100 günde (beyin ve sinir hücreleri hariç) bütün vücudumuz yenilenir. Düzensiz kötü beslenme yenileme sistemini aksatır. Cildiniz canlılığını, tazeliğini kaybeder ve en önemlisi hastalıklara açık olursunuz. Yorgunluk, çabuk yorulma, baş ağrısı olabilir. Düşünce ve hafıza sistemi bulanıklaşır. Bu nedenlerden dolayı düzenli ve sağlıklı beslenmeye dikkat etmeli ve "yemek için yaşamamalı; yaşamak için yemeli" görüşü benimsenmelidir.

Sosyal Hayat Sigara ve Sağlık

Aklını kullanarak bilinçli toplum oluşturma niteliğine sahip tek sosyal varlık insandır. Sosyal varlık niteliğine sahip hayvan toplulukları da vardır. Ancak hayvanlar bu niteliklerini kullanma konusunda içgüdülerini kullanırlar. İçgüdüsel hareketler belli şartlarda, belli niteliklere sahip değişmez hareketler topluluğudur. İnsanların davranışları, aklın rehberliğinde ve iradenin özgürlüğünde şekillenir.
İnsanlara sosyal varlık niteliği kazandıran esas özellik birlikte yaşama zorunluluğudur. Bu yaşam biçiminin sürekli barış ve huzur içinde olabilmesinin temel şartı, toplumsal yaşamın disiplin kurallarına uymaktır. Bu kurallar insanların doğuştan sahip oldukları, vazgeçilmez, devredilmez, ertelenmez haklarını konuşmaya yönelik olmalıdır. Bu hakları, canını, malını, aklını, niteliğini, inancını ve emeğini koruma hakları olarak sıralamak mümkündür.
Toplumsal yaşam kurallarının, ihlalleri sonunda sosyal kirlilik başlamaktadır. Bu kirliliğin başında; madde bağımlılarının ve taksi kornaların hızla artması gelmektedir.
Yapılan incelemelerin sonunda, tesbit edilen gerçek tüm madde bağımlılarının ve alkoliklerin ilk tutsak olduğu madde nikotin yani sigara bağımlılığıdır. Sigara, sosyal hastalıkların etkeni ve en önemli suçlusudur.
Sigara Alışkanlığı Nasıl Başlamaktadır:
Sigara alışkanlığının başlangıcı, özeti; duygusu zemininde gelişen davranış taklidi biçimindedir. Sigara tiryakilerinin, sigaraya başlama öykülerini dinlediğimiz zaman, çocukluk çağında başladıklarını anlatan hikayelerini hep dinleriz. Özellikle günümüzde sigaraya başlama yaşının 910 yaş olduğu şaşırtıcı ve ürkütücü bir gerçektir.
İnsanların biyolojik gelişme evreleriyle parelel sosyal kişilik gelişim evreleri de vardır. İnsanların davranış öğretilerinin pek çoğu bu evrelerde kazanılmaktadır. Kişilik gelişim dönemlerinin en önemli evresi, Egosuperego gelişim dönemleridir bu dönemde çocuklar, kendilerinin egolarını (benliklerini) belirlenmede etken güç olarak seçtikleri, davranışlarını taklit ettikleri, bir bakıma kendilerine rehber edindikleri objeleri vardır. Bu dönemlerde seçilen yanlış objeler, insanların davranışlarındaki olumsuzlukların, yanlışlıklarının alt yapısını oluşturmaktadır.
Aileler, çocukların en yakın objeleridir. Bunlar baba, anne, kardeş, amca, dayı, teyze, olabilir. Bu bakımdan aile bireyleri davranışlarının ve yaşam biçimlerinin sadece kendilerini ilgilendirmekle kalmadığını bilmeleri gerekmektedir. Çocuklarını, yakınlarını, komşularını belki de bir mahalleyi ilgilendirmektedir.
Çocukluk döneminde sigaraya başlama, çocuğun obje olarak belirlediği bir tiryakinin davranışını taklitle başlayabileceği hiçbir zaman unutulmamalıdır. Ailelerin çocuklarını sigaradan koruma arzuları varsa tedbiri kendi içinde, bu safhada alması gerekmektedir. Bronşit hastası olan 16 yaşındaki çocuğunu doktora getiren babanın ağzında tüten sigarası ve cebinden sarkan paketiyle, doktordan oğlunun sigarayı bırakması konusunda yardım istemesi ne kadar saçma ve gülünç bir davranıştır.
Çocukların farkında olmadan belirledikleri kusurlu objelerin kırılma ve bertaraf edilme yerleri eğitim kurumları ve okullardır. Bu da eğitim dediğimiz, yararlı davranış öğreti ve kazandırma metodu ile sağlanmaktadır. Hiç şüphesiz çocuğun egosundan, benliğine girmiş, şuur altı bilinç niteliği kazanmış kötü objeyi silmesi kolay olmayacaktır. Okul ve aile iş birliğiyle çözümlemek mümkündür. Aksi halde toplumsal bunalım sosyal yaşamı çekilmez hale getirecektir.
Sigara Nasıl Bir Bağımlılığa Neden Olmaktadır.
Sigaranın iki tür bağımlılığı vardır.
A Psişik Bağımlılık; Alışkanlık haline gelmiş davranışların tekrarlanması arzusuna Psisile bağımlılık denir. Psisile bağımlılıkta bazı davranışları çağrıştıran etkenler ve dürtüler vardır. Sigaranın psişik bağımlılığında da bazı davranışlar parelinde sigara içme arzusu otomatize olmuş ve eş zamanlı hale gelmiştir. Bu davranışları şöyle örnekleri de mümkündür.
Yemekten sonra bir sigara yakmak,
Direksiyona oturunca bir sigara yakmak,
Sevdiği bir dostuyla karşılaşınca bir sigara yakmak,
Sürekli bir iş ve olaya maruz kalınca bir sigara yakmak,
Bir eğlence veya grubuna iştirak için bir sigara yakmak,
Tuvalete gidince bir sigara yakmak,
Çay ve Kahve içerken, balık avlarken, kitap okurken bir sigara yakmak,
İş performansını ve konsantrasyonu artırmak için bir sigara yakmak, vs.
Sigara içme arzusunu tetikleyen ve çağrıştıran binlerce davranış sunmak mümkündür.
B Fiziki bağımlılık: 1980'li yıllardan önce sigaranın sadece fiziki bağımlılık yaptığı kabul edilirdi. Ancak daha sonraki yıllarda yapılan bilimsel çalışmalar fiziki bağımlılık da yaptığını ortaya koymuştur. Bunlardan bir tanesi de nikotindir.
C Nikotin, kanda belli bir sürede, belli bir miktara ulaştıktan sonra nikotin miktarının düşmesi veya olmaması halinde kişide bir takım duygusal ve davranışsal bozukluklar meydana getirir. Buna fiziksel bağımlılık denir.
Aşırı sigara içme arzusu
Endişe
Konsantrasyon düşüklüğü
Hazımsızlık
Kalp hızında azalma
İştah artısı, kilo alma
Terleme yüzde kızarma
Titreme
Bu tür şikayetleri daha da arttırmak mümkündür.
Fiziki bağımlılığın esas nedeni endorphin (Hormonsal) sistemin içinde yer alan Endorphin (iç Morfin) salgı sistemi bozulmaktadır. Nikotin besin içi hormon sisteminin Dopomin ve Endorphin yolunu kullanmaktadır. Bu yolla kişiyi mutlu eden, güldüren, sevindiren bir başka ifadeyle mutluluk hormonu olan Endorphin salınımını engellemekte ve durdurmaktadır. Kanda nikotin miktarı arttıkça ters orantılı olarak Endorphin azalmaktadır. Dolayısı ile kişi mutluluğunu tabii yol dışında kalan miktarından sağlamak durumunda kalmaktadır. Mutlu olmak için sigara yakma ihtiyacı hissetmektedir.
Sigaranın Biyolojik Zararları Nelerdir?
Dünyada sigara önlenebilir ölümlerin tek ve en sık nedeni sigaradır. Sigara günümüzde her altı ölümden birinde sorumludur.
Sigara içindeki 3885 toksit maddenin bazıları şunlardır.
Polonyum 210 (Radyaktif Kansorejen), Radon (Radyosyon Yayar), Metanol (Füze yakıtı), Tolyon(Tiner), Kadminyum (Akü Metolji), Bütan (Tüp gazı) DOT (Böcek Öldürücü ), Hidnoyen Siyanür (Gaz Odaları), Naftalin (Güveni ilacı), Aseton (Boya Sökücü), Arsenik (Fare Zehiri), Amonyak (Tuvalet Temizleyicisi), Karbonmonoksit (Eksoz gazı), Nikotin (Suni Bloke Edilen Zehir), Katran (Petrol) 900Co ISI
Sigaranın sebep olduğu hastalıkları kısaca şöyle sıralayabiliriz:
Akciğer havayolları hastalığı (Bronşit)
Akciğer hava borularının hastalığı ve anatomik bozukluğu (Amfizem)
Akciğer kanseri (%85)
Akciğer hava borularının kronik tıkanması ve buna bağlı kalp hastalığı
Kroner damar hastalıkları ve enfarktüs
Beyin Damarlarında daralma ve inme (Felç)
Hamilelikte Fetüsü etkileme
Hormonal düzeni bozma (endokrin bozukluğu)
Ağız içi ve dudak kanseri
Larinke kanseri, yemek borusu kanseri
Mide kanseri, mide ülseri
Pankreas kanseri
Mesane kanseri
Seksüel yetersizlik ve cinsel sorunlar
Ruhsal ve sosyal uyum bozuklukları
Sigara Ülkemizin ve Dünyanın Bir Sağlık Sorunudur
* 35 69 yaş arası ölümlerin % 30 'u sigaradan
* 69 yaş üstü ölümlerin % 14'ü sigaradan
* Kanser ölümlerinin % 35'i sigaradan
* Kalp hastalıkların % 25'i sigaradan
* Doğumsal loğusalıkların % 15'i sigaradan
* Yanıklardan Ölümlerin % 50'si sigaradan olmaktadır.
Pasif içicilikten yılda 10 bin kişi iş arkadaşı ve eşi içtiği için yılda 4500 kişi anne ve baba içtiği içtiği için 1500 bebek ölmektedir. Gelişmiş toplumlarda sigara içiciliği ile düzeyi geçtikçe düşerken geri kalmış ülkelerde ve gelişmekte olan ülkelerde artmaktadır. Dünya sağlık örgütü sigara bağımlılığını bir hastalık olarak tanımlamıştır. Sigara bağımlılığının tedavisi hekimin görevidir.
SİGARA NASIL BİR OLGUDUR
a. Sigara öldürücü biyolojik bir zehirdir. Sigara tüketimine karşı alınacak tedbirler bir zehire karşı alınan tedbir niteliğinde olmalıdır.
b. Sigara bulaşıcı, serpici, sosyal bir mikroptur. Aynı şekilde sigara kullanımına karşı alınacak tedbirler bulaşıcı bir mikroba karşı alınan tedbirlerle aynı nitelikte olmalıdır.
c. Sigara sosyal ve fiziksel bir kirleticidir. Alınacak tedbirler tüm kirletici unsurlara karşı alınan tedbirlerle aynı nitelikte olmalıdır.
d. Sigara ekonomide bir tahribattır.
Türkiye'nin 1999 yılı sigara harcaması 1,8 katrilyon
Türkiye'nin 2000 yılı sigara harcaması 3,8 katrilyon
Türkiye'nin 2002 sigara harcaması 5 katrilyon olduğu dikkate alınınca, ekonomide tahribatın boyutu kolayca anlaşılmaktadır.
Sigaradan nasıl korunmalıdır
I. Tüm özendirici unsurlardan arınmalıdır. Görsel veya yazılı medya reklamlarına izin verilmemeli ve açıkta satılmamalıdır.
II. Çocukların davranış ve anlayışlarına müdahale eden en önemli unsurlar aile, okul ve çevredir. Bu unsurların eğitim çalışmalarına çocukların sigaraya alışma eğilimleri kırılmalıdır. Eğitim programları sürekli olmalıdır.
III. Toplu yaşam makamlarının tanım alanı genişletilmeli en ağır mücadeleler verilmelidir.
IV. Gençlere sosyal aktivitelerin artırıcı sportif kültürel ve sosyal etkinlikler içeren programlar kazandırılmalıdır.
V. Düzenli yaşam biçimi, dengeli beslenme alışkanlıklarını ve imkanlarını sağlamalıdır.
VI. Toplum sağlık bilincini yükseltici (sağlıklı yaşam) programlar yapılmalıdır. Bunlar için toplu iletişim araçları kullanılmalıdır.
Sigara Bırakma Tedavisinde Kullanılacak Yöntemler.
1. Luksapunktur tedavisi: vücudun belli odaklarından 125'e yakın odaklardan enfrarüj ısı uygulama yöntemidir. Bu yöntemle ara mediatör maddelerin endorphin reseptörlerine gönderdiği impluslarda uyarılarla endorphin salgısının motive edilmesi sağlanmaktadır. Bu yolla kişinin nikotin arzusu kırılmaktadır.
2. Akapunktur tedavisi bu yolla da endorphin salgısı uyarıları ile nikotin arzusu ve açlığı kırılmaktadır. Burada kullanılan mekanizma ışın uyarısı yerine mekanik uyarılar kullanılmaktadır.
3. Hipnoz tedavisi bu yöntemle kişi çevre uyarılarından soyutlanarak nikotin Pşişik bağımlılığı (Davransal bağımlılığı) etkin bir telkin yöntemi ile kırılmaktadır.
4. Nikotin tedavisi nikotin içeren bantların yapıştırılması veya tabletlerinin çiğnenmesi yolu ile kanın niteliğinin doygunluğu sağlanmaktadır. Bu yolla fiziki açlık giderilerek sigara arzusu kırılmaktadır. Ancak bu yolla kişi nikotinin zararlarından korunmuş değildir. Nikotinin zararları ile karşı karşıya gelmektedir. Geçerli bir tedavi yöntemi değildir.
Nikotin Tedavisi Kimlere Uygulanamaz
Hamilelere
Emzikli annelere
Çocuklar, sağlık sorunu olan kimselere
Myokart enfarktüsü geçiren ve risk taşıyanlara
Damar tıkanması geçirenlere (Burger Hastalığı)
Diabets mellitus olanlara (Şeker Hastalığı)
Hipertrodi, ülser, kontak, daimatik olanlara (Eksema)
Sigara konusunda ciltlerle kitaplar yazmakla dahi vahşetini ve zararlarını anlatmak mümkün değildir. Ancak daha çok yazacak hususlar olmasına rağmen yazımı burada noktalamak istiyorum.
Son olarak diyorum ki sigara içenlere acıyın çünkü onların zamanları az kalmıştır.

Böbrek Taşları

Böbrek taşı hastalığı insanların en çok acı çektiği hastalıklardan birisidir. Esas olarak böbrek taşı, idrar içinde çöken kristallerin böbrek iç yüzeyine tutunmasından ve birikmesinden oluşur. Bu taşların %35 calcium oxolat, %30 calcium ve fosfat karışımındandır. Ancak %5 - 10 ürik asit taşıdır. Genetik, çevre, beslenme taş oluşumda etkilidir. Aşırı sıvı kaybı, terleme, yeşil sebze tüketimi, aşırı protein ve hayvansal gıda tüketimi ürik asit taşlarının oluşumunu hızlandırdığı bir gerçektir.

Belirtileri:
Genellikle böbrek taşının ilk belirtisi şiddetli ağrıdır. Mesaneye çok yaklaşmış taşlarda hastalar sık idrara çıkma, idrarda yanma hissi duyarlar. İdrar yaparken çok fazla ağrı ve yanma hissederler. Taşların idrar yollarını sıyırması sonucu idrarda kan görülür. Ateşlenme, titreme, çarpıntı, soğuk terleme görülebilir. Taş ağrısı öyle bir ağrıdır ki illa da doktora gitmek zorunda kalırsınız. O zaman ultrasonografi ve radyolojik tetkik ve tahlil ile taş tespit edilir. Taşın idrar yollarını tıkayıp tıkanmadığı görülür. İdrar tahlili ile kan varlığı iltihabı gidiş hali ortaya konulur. Ve tedaviye geçilir.

Tedavisi:
Böbrek taşlarının küçük olanlarının bir çoğu kendiliğinden veya doktor müdahalesiyle düşer. Şayet düşmüyorlar ise o zaman diğer tedavi yollarına baş vurmak gerekir. Aksi halde böbreğin yolunu tıkayıp şişer böbrek dokusunu kaybeder. Taş kırılarak veya ameliyat ile çözülemezse bazen bir taşa bir böbreği feda edebiliriz. Böbreğimiz çoğu kez ihmalden kaybedilmektedir. Taşların ameliyatla tedavisi çok eziyetli, çok pahalı ve de işgücü kaybına neden olan bir yöntemdir. Bu tedavi yöntemi artık tamamen değişmiş ve yerini ESWL almıştır.

ESWL:
Her taş hastası öncelikle taş kırma merkezi ile görüşmeden ameliyata karar vermemelidir. O zaman ESWL hemen öne çıkmaktadır.
ESWL; vücut dışında oluşturulan şok dalgaların vücut içinde ilerleyerek taşa kadar gelmesi ve taşa çarptığı zaman onu parçalaması esasına dayanır.
Hastanemizde ESWL Uygulanması:
ESWL cihazı ile ağrısız ve anestezisiz olarak taşların kırılmasına başlanır. 15 - 45 dakika arasında değişen uygulama sonunda taş adeta rende ile parçalanmış gibi olur. Küçük kum taneleri halinde idrar yolu ile birkaç gün içinde dışarı atılır. Taşın büyüklüğü ve yerine göre seans sayısı değişmektedir.

ESWL Sonrası Öneriler :
- ESWL sonrası kum dökme döneminde günde en az 2 litre su içiniz.
- ESWL seansları sonrası idrarınız bir iki gün kanlı gelebilir. Bu son derece normaldir. Bol su içildiği zaman idrarınızın rengi hızla açılır.
- ESWL sonrası bol hareketli olunuz. Yapılacak spor ve yürüyüş ile kum dökme hızınız çok artar.
- Engelleme = Taşı olanlarda;
- Yaşam biçimi, hafif işlerde bedenen çalışmalı, spor yapmalı, yürümeli, kilodan korunmalı.
- Alınan sıvı miktarı ayarlanmalı;
- Güneşte fazla kalmamalı
- Saunaya gitmemeli,
- PH asit almamalı
- Hastanemizden ayrılmadan önce size gerekli reçeteniz verilecektir. Bu ilaçları uygular-sanız probleminiz olmayacaktır.
- Konu hakkında daha detaylı bilgi almak için lütfen bizi arayınız.

RAHATLAMIŞ OLMANIZ TAŞ PROBLEMİNİZİN GEÇTİĞİ ANLAMINA GELMEZ. UNUTMAYIN Kİ BİR ÇOK KİMSE İHMALİ YÜZÜNDEN BÖBREKLERİNİ KAYBETMEKTEDİR.

İş Güvenliği ve İşçi Sağlığı

Varlıklar alemine baktığımızda sistematize olmuş en değerli sosyal varlığın insan olduğunu görürüz. İnsan biyolojik yaşamını sürdürmek için üretmek, ürettiğini de tüketmek zorundadır. Üretim ve tüketim arasındaki ilişki sosyal hayatı doğurmuştur.

İnsanlık, kendi tarihi boyunca sayısız sosyokültürel değişim süreçlerinden geçmiştir. Bu süreçlerle paralel olarak ekonomik evreler de yaşamıştır. Bu değişimler pek çok alanda birbirlerini sinerjik olarak etkilemiş, öyle ki insan beynindeki kullanım dışı kalan milyarlarca nöronun (sinir hücrelerinin) birbirleriyle bağlantılarını sağlayarak kullanım alanına sokmuştur. Bu sayede insanoğlunun düşünsel ve zihinsel potansiyeli kinetik boyut kazanmış, yepyeni buluşlarla hayatı süslemiş ve zenginleştirmiştir.

Buna paralel olarak insanların istekleri ve ihtiyaçları da değişmiştir. Talep artışıyla birlikte arz ve üretim de artmış, yeni sektörler ortaya çıkmıştır.

Bu değişim ve gelişim sürecinin sonunda insanlık bilim çağına ulaşmıştır. Gelişen noktada insanlık bütün sorunlarını çözebilmiş, mutlu olabilmiş midir? Kesinlikle HAYIR! Çünkü beraberinde insanlık pek çok sorunla ve sıkıntı ile karşı karşıya kalmıştır.
Bireyin ve toplumun ekonomi anlayışı da gelişim süreciyle birlikte değişim göstermiştir. Ekonomi kavramı başlı başına bir bilim dalı haline gelmiştir. Yatırım, üretim, tüketim, gelir, gider ve tasarruf kavramları arasındaki dengeli ilişkiyi inceleyen bilim dalına 'Ekonomi' diyoruz.
Ekonomi kavramının tanımını dikkatle incelediğimiz zaman ana unsurun "Üretim" olduğunu anlarız. Üretim eyleminin gerçekleşmesi için de insan ve araç unsurlarına ihtiyaç vardır. Görülüyor ki ekonomi kavramının içini dolduran tüm unsurların merkezinde insan vardır. Bir başka ifadeyle işçi vardır.
İşçinin üretim eylemini gerçekleştirdiği kompleks olguya iş veya iş alanı, modern ifadeyle istihdam alanı diyoruz. İşte istihdam alanı sağlayan tüm finansman gücünü ortaya koyan, beraberinde pek çok risk ve sorumluluğu taşıyan kişi veya tüzel kişiliğe işveren diyoruz.
Ekonomi tanımı içinde yer alan unsurları iç içe girmiş daireler şeklinde düşündüğü-müzde; dairenin merkezini işçi olarak kabul edersek, bütün bunları çepeçevre kucaklayan hepsinin varlık sebebi olan çemberin işveren olduğunu görürüz.
İşte çemberin merkezi ile hepsini kucaklayan dış çember arasındaki ilişki "İşçi ve İşveren" ilişkisidir. Bu ilişkinin özünü de "İş güvenliği ve İşçi sağlığı" oluşturmaktadır.
İş Güvenliği ve İşçi Sağlığı Hizmetleri:
Çalışanların bedensel, ruhsal, sosyal iyilik durumlarının sürekli olarak en üst düzeyde tutulması, işyerlerindeki sağlığa zararlı fiziksel ve kimyasal etkenlerin etkisizleştirilmesi, korunma önlemlerinin alınması, kişilerin beden-sel ve ruhsal niteliklerine uygun işlerde çalıştırılması, işin insana, insanın işe uyumunun sağlanması ve çalışanların işyerlerindeki tehlikelerden korunmasını amaçlar.
Günümüzde bu hizmetler Devlet - İşçi -İşveren üçlü sacayağının birlik ve beraberliği ile sağlanmaktadır. Ülkemizde bu çalışmalar 07.06.1954'te Çalışma Bakanlığı'nın kurulması ile başlamıştır. Etkin ve yararlı yasalar çıkarılmış ancak çok azı uygulanmış, büyük bir kısmı kağıt üstü yazılım aşamasını geçememiştir. Bunun sonucu olarak da her yıl binlerce genç üretken, kalifiye, vasıflı insanımız ölmekte veya sakat kalmaktadır. Beraberinde birçok ailenin ocağı sönmekte, geriye kalan aile fertleri çok zor durumlarla karşı karşıya kalmaktadırlar.
İşçi sağlığını tehdit eden temel unsurların başında iş kazaları ve meslek hastalıkları gelmektedir.
İş kazaları; kesici yüzeyler, parça fırlatma, erimiş maddeler, yağ sıçraması, zehirli kimyasal maddeler, patlama, yangın, elektrik çarpması gibi şekillerde meydana gelebilmektedir. Tozlu, dumanlı ve oksijenin yetersiz olduğu ortamlarda da daha sık iş kazası vuku bulmaktadır.
Ayrıca iş ortamındaki fiziki şartlar da kaza riskini ciddi şekilde arttırmaktadır. Soğuk, sıcak, aşırı aydınlık, karanlık, radyasyon sızıntısı olasılığı, aşırı vibrasyon (titreşim), ağır koku, aşırı gürültü, erişilmesi güç yerlerdeki işler iş kazalarını kolaylaştırmaktadır.
İş kazalarının nedeni dikkatle analiz edildiği zaman genellikle ikiye ayrıldığı görülür:
1- Güvencesiz koşullar
2- Güvencesiz davranışlar
Çok gürültülü bir ortamda, konsantrasyon ve koordine olma yeteneği kaybolmakta, beyin ileri derecede yorulmaktadır. Çalışmakta olduğu makineden alacağı sesli veya ışıklı tehlike sinyalini alamayarak kazaya maruz kalabilmektedir.
Aynı şekilde toksik madde buharlaşmasına neden olan bir ortamda çalışan işçinin koruyucu maske takmaması halinde, zehirlenmeye bağlı bayılma ve düşme meydana gelmekte, bu durumda işçi ağır iş kazalarına maruz kalabilmektedir.
İşçinin iş ortamına uyumu son derece önemlidir. Bu bakımdan işci eğitimi esastır. Eğitilmemiş, işini iyi tanımamış işçinin güvencesiz davranışlar sergilemesi son derece önemlidir. Döner helezonu veya silindiri, rulmanı bulunan bir iş ortamında, sarkan eteği veya ceketi, kolu olan bir kıyafetle çalışan işçinin her an kıyafetini makineye kaptırması ve kazaya maruz kalması olasıdır.
İş kazalarını bir diğer önemli nedeni de ergonomik eksikliklerdir. Ergonomi insanın işe, işin de insana, çalışana uygun hale getirilmesidir. 170 cm boyunda bir işçinin yapması gereken ise 160 cm boyunda bir işçiyi çalıştırmamak veya çalışma ortamını 160 cm boyundaki bir işçinin boyuna uygun hale getirmek bir ergonomik çalışmadır.
Aynı şekilde işçinin dikkatini dağıtan, strese sokan tüm fiziki etkenlerin yok edilmesi ergonomik bir çalışmadır. Birbirleriyle anlaşamayan iki işçinin yerlerini değiştirerek uyum içinde olacağı kişiyle bir araya getirmek ergonomik bir çalışmadır.
Bir kazanın iş kazası olarak sayılabilmesi için;
- Kazanın sigortalının iş yerinde bulunduğu sırada olması,
- İşveren tarafından yürütülmekte olan iş dolayısıyla olması,
- Sigortalının işveren tarafından görev ile başka yere gönderilmesi yüzünden, asıl işini yapmaksızın geçen zamanlarda olması,
- Emzikli kadın sigortalının, çocuğuna süt vermek için ayrılan zamanda olması gereklidir.
İşverenlerimiz hiç unutmamalıdır ki İş Güvenliği ve İşçi Sağlığı için yapacağı harcamalar, olası bir kaza sonrasında yapacağı harcamalardan çok daha azdır. Olayın bir de sosyal boyutunun sorumluluğu dikkate alınırsa İş Güvenliği ve İşçi Sağlığı adına alınacak tedbirlerin vazgeçilemez ve ertelenemez olduğu net olarak anlaşılacaktır.
İş kazalarının önemli etkenlerinden bir diğeri de uygun olmayan işlerde uygunsuz işçilerin çalıştırılmasıdır. Bazı ağır işlerde kadınların ve çocukların çalıştırılması ağır iş kazalarına neden olmaktadır. İş Güvenliği ve İşçi Sağlığı ile ilgili yasalar hangi işlerde hangi işçilerin çalıştırılabileceğini açıkça tanımlamıştır. Yasalar bizim için, uygulanmak amacıyla çıkarılmışlardır. Bu yasalara uymak ve uygulamak, vebali olan bir insanlık görevidir.
Çalışma hayatının işçi sağlığı ile ilgili en önemli diğer bir konusu da; iş ile ilgili hastalıklardır. İş ile ilgili hastalıklarda çalışma koşulları bir hastalığın ortaya çıkmasını kolaylaştırıcı ve seyrini hızlandırıcı nedenlerdir.

Yapılan araştırmalar pek çok iş ortamının, özellikle stresi yoğun iş ortamlarının yüksek tansiyon, koroner kalp hastalıkları, hareket sistemi, eklem ve kas hastalıkları solunum sistemi, sindirim sistemi, sinir sistemi ve hastalıklarını arttırdığını göstermiştir.
Meslek hastalıklarında çevre faktörü, hastalığın oluşmasında esas ve vazgeçilmez direk sebeptir.
- Ağır metal zehirlenmeleri (kurşun, civa, nikel, demir)
- Kronik tarım ilacı zehirlenmeleri
- Mesleksel deri hastalıkları (Kontak ekzemalar)
- Solventlerle oluşan zehirlenmeler
- Çeşitli gazlarla olan zehirlenmeler
- Benzen zehirlenmelerine bağlı kan kanserleri
- Astım hastalığı (mesleki)
- Mesleksel bronşitler
- Mesleksel akciğer kanserleri vs. bu hastalıklara verilebilecek birkaç örnektir.
"Ekonomik verimlilik ve Kalite" günümüz çalışma hayatının vazgeçilemez ve ertelenemez gerekliliğidir. Rekabete dayalı serbest piyasa ekonomisinin sürdürülebilirliğinin temel şartı da bu değerlerdir.

Çalışma hayatının sosyal ve ruhsal boyutu yok sayılamaz. Motivasyon kaybı, doğrudan üretim kaybı demektir. İş Güvenliği ve İşçi Sağlığı koşulları sağlanamamış bir iş ortamı motivasyondan uzak, verimlilik ve kalite standartlarından yoksundur.

İşine ve işçisine değer veren iş adamı, İş Güvenliği ve İşçi Sağlığı tedbirlerini üst düzeyde alan gerçek patrondur.
İşçilerimize sağlık ve başarı, işverenlerimize de bereketli kazançlar dileğiyle...

Sırt ve Bel Ağrıları

Araştırmalara göre sırt ve bel ağrılarının en büyük nedenlerinden biri hareketsizlik. Özellikle büro çalışanlarını tehdit eden sırt ağrıları, hareketsizlik nedeniyle tehlikeli boyutlara ulaşabiliyor.
Vücudumuz, kemik yapılarının kas ve tendonlarla desteklenmesi sonucunda hareket kabiliyeti kazanır. Hareketi sağlayan kasların kullanılmaması sonucunda, kas kitlesinde güçsüzlükler meydana gelir ve bu da kemik ve eklemlerin üzerine binen yük miktarını artırır. Kullandığımız araç ve eşyaların ergonomik olarak dizayn edilmemiş olmasından da kaynaklanan yanlış pozisyonlar, eklemlerde rahatsızlıklar meydana getirir. Vücudumuzda bulunan omurların birbirleriyle ilişkilerini sağlayan diskler ve ligamanların sistem dışı hareketlenmeleri veya dejenerasyonu sonucunda rahatsızlık meydana çıkar.

Araştırmalara göre; her beş insandan biri sırt ağrısı çekiyor. Kalıtımsal sorunlar ya da sonra meydana gelen oluşumlar insanların verimini yar yarıya düşürüyor. Son yıllarda uzmanlar sırt ağrılarına karşı savaş açtı ve ABD ve Almanya başta olmak üzere pek çok ülkede bu savaştan doktorlar galip çıktı.

Almanya'da 3 bin kişi üzerinde yapılan bir araştırmaya göre sırt ve bel ağrılarının en büyük nedeni olumsuz çalışma şartları. Örneğin; tuğla ören inşaat işçileri, ellerinde tepsi taşıyan garsonlar, hasta taşıyan bakıcılar, bütün gün bilgisayar karşısında kalan büro çalışanları ya da ayakta enstrüman çalan, şarkı söyleyen müzisyenlerin büyük çoğunluğu.
Uzmanlar sırt ve bel ağrıları konusunda şu uyarıda bulunuyor:
Sırt ve bel ağrısını ihmal etmeyin, mutlaka doktora gidin.
Oturma ve yürüme biçiminizi düzeltin.
Vücudunuzu hareketsiz bırakmayın, sürekli egzersiz yapın.
Doktorlar son yıllarda akupunktur, ameliyat, elektroterapi, masaj ve jimnastik gibi yöntemlerle sırt ağrısının insan hayatını etkilemesini engelliyor.
Sürekli hareket
Araştırmalara göre sırt ve bel ağrılarının en büyük nedenlerinden biri hareketsizlik. Özellikle büro çalışanlarını tehdit eden sırt ağrıları, hareketsizlik nedeniyle tehlikeli boyutlara ulaşabiliyor. Bu yüzden uzmanlar “İster büroda, ister evde, isterse seyahatte, nerede olursanız olun, mutlaka egzersiz yapın” diyor. Her yerde yapılacak basit jimnastik hareketleri sayesinde sırt ağrılarının oluşmasının engelleneceğini belirten uzmanlar daha çok iki hareket üstünde duruyor.

1.Hareket:
Düz bir duvara sırtınızı dayayın, ancak ayaklarınız duvardan en az 30 santimetre uzakta olsun. Avuç içlerinizi de duvara yerleştirin. Daha sonra yavaşça dizleriniz duvarla 90 derece oluşturacak şekilde çöküp kalkın. Bu hareketi yoruluncaya kadar yapın.

2.Hareket:
Sırtüstü yere yatın. Başınızın altına küçük bir yastık koyun. Ellerinizi avuç içleriniz yere bakacak şekilde iki yana bırakın. Dizlerinizi hafifçe kırın. Daha sonra tek ayağınızla havada pedal çevirir gibi yapın. 10-20 saniye sonra diğer ayağınızla aynı hareketi yapın. Eğer bu hareketi yaparken sırtınızda herhangi bir ağrı hissederseniz hemen bir doklara başvurun.

Stres sırt ve bel ağrısı yapar mı?
Sırt ağrısı ve stres... İlk bakışta birbirleriyle hiç ilgisi bulunmayan bu iki unsurun aslında çok yakın bağlantısı olduğunu biliyor musunuz? Bu konuda geniş araştırmalar yapan Alman Psikolog Monica Hasenbring'e göre sırt ağrısı vakalarının yüzde 35'i ruhsal kökenli. İş ya da ev hayatındaki yoğun stres ve sıkıntı bir kaç ay içinde kendini sırt ağrısı olarak gösteriyor. Üstelik bu ağrılar hiçbir şekilde saptanamıyor. Hasenbring'e göre bu yüzden pek çok bel ameliyatı hiç de gerek olmadığı halde yapılıyor ve stres yaratan faktörler ortadan kalkmadığı için ağrılar devam ediyor. Psikosomatik hastalıklarda sırt ağrılarının önemli bir ağırlığı olduğunu vurgulayan Hasenbring hastaları bu konuda uyanık olmaya çağırıyor ve 'Sırt ağrılarınız ilaçla geçmezse bir psikologa gidin' diye konuşuyor.

Doğru oturmak, doğru yürümek
Hayatımızı zaman zaman zindana çeviren sırt ağrılarını çoğu zaman kendimiz davet ederiz. Evde televizyon seyrederken, masa başında çalışırken, uyurken ya da yük taşırken yanlış hareket ettiğimiz için bel fıtığına ya da disk kaymasına yol açabilecek rahatsızlıklara neden olabiliriz. Kuşkusuz doğru hareket ettiğimiz zaman sırt ağrıları de direkt olarak ortadan kalkacaktır.

Egzersiz ve beslenme
Bel ağrısı yapmayan aerobik egzersizler yapın.Aşırı kilolardan kaçının, eğer varsa aşırı kilolarınızı verin.

Uyurken
Yatınca şeklini değiştirmeyen bir yatak seçin.Yan yatarken sırtınıza binen baskıyı azaltmak için dizinizi bükün.
Sırtüstü yatarken dizlerin altına küçük bir yastık koyun.

Otururken
Sandalyenizin arkalığında belinizdeki normal kavsi koruyabilecek bir destek bulundurun.
Masaya yakın oturun ayağınızı yerle temas ettirin.
Araba kullanırken pedallara kolay ulaşabilecek şekilde oturun.Kalçanız ile dizlerinizi aynı seviyede tutun.

Ayakta Dururken ve Yürürken
Uzun süre ayakta duracaksınız, sık sık ağırlığı bir bacaktan diğerine aktarın.
İşinizi kendinizi zorlamayacak bir yükseklik seviyesinde yapın.
Dik durun.
Ayaklardan birini alçak bir yere koyun.
Bastığınız yerin sert zemin olmasına dikkat edin. Sportif, alçak topuklu ayakkabı giyin.
Üç doğal kavsinizin hizasını bozmayın.
Yürürken yük taşıyorsanız yükün hep aynı elinizde durmamasına dikkat edin. Her iki elde de yük varsa yükleri eşit olarak her iki ele verin.

Eğilirken, Yük Kaldırırken
Profesyonel haltercilerin yaptığı gibi başınızı dik tutun, bel kavisinizi koruyun.
Dizler ve kalçalarınızı kırarak eğilirseniz üç doğal kavisinizin hizasını korumuş olursunuz.
Zeminin dengeli olmasına dikkat edin ve kaldıracağınız yüke yakın olun.
Çömelin derin bir nefes alın ve nefesinizi tutarak (karın kaslarını bele destek olması için) yüke yapışın.
Dönerken belinizi değil ayaklarınızı döndürün.
Yükü göğsünüze yapıştırarak beldeki yükünüzü azaltın.
Eğilerek değil çömelerek yükü yere koyun parmaklarınıza dikkat edin. Ayaklarınızın arasını biraz açın ve yükü her iki ayağa eşit dağıtın. Kaldıracağınız ağır yük omuz hizasından daha yüksek ise sağlam bir taburenin üzerine çıkarak yüklü alın.

Kaynaklar:
Gökyüzü Haberce dergisi
http://www.ntv.com.tr/news/default.asp

Her Derde Deva Bir Bitki; Üzerlik

Üzerlik, Türk halk kültüründe önemli konuma sahip bir bitkidir. Okuyacağınız bu yazı, internet denilen sanal dünyadaki üzerlikle ilgili bilgilerden derlenmiştir.

Üzerlik Bitkisi

Ören yerlerinde, höyüklerde ve terk edilmiş köylerde sık rastlanan üzerlik otu (peganum harmala) yabani kimyongiller (zygophyllaceae) familyasına dahil bir bitkidir. Çiçekleri beyaz renktedir. Taç yaprakları dört beş tane olabilmekte, boyu 60-70 cm. ye kadar çıkabilmektedir. Meyveleri kapsül içindedir. Yaprakları almaşık (sapın iki yanında karşılıklı değil de aralıklı olarak bir sağda bir solda bitmiş) ve yapışkandır. Bazı türlerinde yapraklar benekli olabilir. Genellikle kumlu, taşlık ve kurak yerlerde yetişir.

Halk arasında yaygın bir inanca göre üzerlik otu, şehit kanı dökülmüş topraklarda yetişmektedir. Aslında bu inançta biraz gerçek payı da yok değildir. Üzerlik otu, fosfatlı toprakları çok sever. Bunun için de fosfatlı toprağın bol olduğu mezarlıklarda sıkça yetişir.
Yaz ortalarına dek yemyeşil kümeler halinde görülen üzerlikler özellikle Orta Anadolu bozkırında çok yaygındır. Köylerin, ağılların, yaylaların çevresindeki topraklar her gün sağıma gelip giden sürülerin dışkılarıyla zenginleştikçe üzerlik bitkisi de kısa süre içinde bu topraklara yerleşir. Üzerlik, uzun ömürlü bir bitkidir. Birkaç metre derine inebilen kökleri, onun yazın da yeşil kalmasını sağlar.

Tarihte Üzerlik

Arkeologların yol göstericisi de diyebileceğimiz üzerlik otu kümelerinin höyükler üzerinde gelişmesini, eskiden bu bitkinin tohumlarının ilaç olarak ve külünün de içerdiği soda nedeniyle çamaşır yıkamakta kullanılmasına bağlayan araştırmacılar vardır. Üzerlik günümüzde çok yaygın bir dağılım göstermesine karşın, arkeolojik kazılarda ele geçen üzerlik tohumları oldukça azdır. Anadolu'da erken döneme ait kazılarda hiç rastlanmayan karbonize olmuş üzerlik tohumları, Friglerin başkenti Gordion'un (Yassıhöyük, Polatlı) Geç Bronz ve Helenistik dönemlerinde ve Güneydoğu Anadolu'da Gritille yerleşmesinin ortaçağa tarihlenen tabakalarında bolca bulunmuştur. MÖ üçüncü bine ait yerleşmelerden Suriye'de Fırat kıyısında yer alan Selenkahiye, Hammam ve al-Raqai'de ve Aşağı Mısır'da Maadi yerleşmesinde de üzerlik tohumları tespit edilmiştir. Bozkırların bu yaygın bitkisinin kazılarda çok az bulunmasının bir nedeni tohumları saran ve tanımlamada belirleyici olan zarın dayanıksızlığı olabilir. Tohumlar doğrudan ateşle temas ettiklerinde bu dış zar hemen yanarak tohumun tanınabilme ihtimalini ortadan kaldırmaktadır. Hayvanların sevdiği bir bitki olmayışı, tezeklerde az bulunmasının, dolayısıyla ocak kalıntılarında rastlanmamasının bir sebebidir. Zaman içinde aşırı otlatma sonucu hayvanların tercih ettiği bitkiler azaldıkça, bunların yerini, dikenleri veya kokularıyla kendilerini savunan bitkiler almıştır. Tarım ve hayvancılığın artmasıyla bozulan topraklarda, mezarlıklar ve meralarda, üzerlik ve devedikeni gibi arsız bitkilerin sayısı artar. Erken dönemlerde kullanılmış olsa bile, üzerliğin ancak dördüncü binden itibaren yerleşmelerde bulunmaya başlama nedeni olarak otlakların üçüncü bin sonrasında aşırı otlatma sonucu bozulması gösterilmektedir.
Anadolu'nun en eski yazılı metinlerinden birinde, MÖ ikinci bin yıla ait bir tablette, üzerlik bitkisine değinilmektedir. Kral Anitta, aldığı ve yakıp yıktığı Hattuşa şehrinin yerine bu bitkiyi ektiğini söyler. Hitit Asker Yemini metinlerindeki lanetleme bölümünde de üzerliğe "Tarlasından buğdayı, arpası gelmesin! Sonra zag.ah.lı çıksın!" şeklinde değinilmektedir. Mezopotamya çivi yazılı kaynaklarında Sümerce zag.ah.lı veya zag.hı.lı ve Akadca sahlu olan üzerlik Hititçede zahheli olarak adlandırılmış ve tohumu ilaç yapımında kullanılmış, ayrıca ritüellerde gıda maddeleriyle birlikte tanrıya sunulmuştur.

Hititçe zahheli kelimesini anmışken Devrek ilçesinin eski adının, Hititçe üzerlik anlamına gelen bu kelimeden geldiği bilgisini de verelim. Şöyle ki; Devrekli yaşlılar, dışarı insanlarının Devrek'e "Zehelli" dediklerini ifade ederler. Zehelli kelimesinin, Hititçe "Zahheli"den türediği araştırmacılarca kabul görmektedir.

Üzerlik İsminin Kökeni

Üzerlik kelimesinin kökeni üzerine çeşitli yaklaşımlara tanık oluyoruz. Kelimenin kökenine dair yaklaşımlar bilim ve halk çevrelerinden olmak üzere iki kaynaklıdır. Bilim adamlarının görüşlerine geçmeden önce halkın bu kelimenin kökeni üzerine çeşitli açıklamaları görelim. Halk arasında bu bitkiye üzerlik denmesinin gerekçeleri şunlardır: Otun tütsüsünün insana yüz iyilik getireceğine inanılması sebebiyle kelimenin yüz eyilik; tütsünün yüze ve ele tutulması sebebiyle yüz(lük) ellik; ottan cinsel gücü artırıcı macun yapımında yararlanılması sebebiyle yüz erlik vb... denilen bitkinin adı zaman içerisinde üzerlik'e dönüşmüştür. Ancak, bunların birer halk yakıştırması (halk etimolojisi) olduğu açıktır.

Kelimenin kökeni üzerinde durabilmek için bölge ağızlarımızdaki ve Türk lehçelerindeki şekilleri incelemek yararlı olacaktır.Anadolu ve Rumeli ağızlarında üzerlik otu için sipend, sipendan, isfend, mahmurçiçeği, nazarotu, sarı sarmısak, yabani sedef otu ve ilezik gibi çeşitli adlar kullanılmaktadır. Çağdaş Türk lehçelerinde de bitkinin çeşitli şekillerde adlandırıldığını görüyoruz: Azeri Türkçesinde üzerlik, Türkmencede üzerlik, isvent ve adraspan; Kazakçada adıraspan, andız;

Doğu Türkistan Kazakçasında ajerek ve tüyejaperak; Kırgızcada adıraşaman, ısırık; Kırım Tatarcasında özerlik; Uygurcada edrasman; Doğu Türkistan Uygurcasında adirasman, gül asman; Özbekçe'de isirik, adrespan, isvent, yuzarlık. Söz konusu bitki Türkiye Türkçesinden başka Azerice ve Türkmence'de üzerlik, Kırım Tatarcasında özerlik ve Özbekçede yuzarlık olarak adlandırılmaktadır. Kazakça, Kırgızca, Uygurca ve Özbekçede ise adraspan, adıraşman gibi farklı şekiller karşımıza çıkmaktadır.Özbekçedeki isirik şekli “is” ad kökünden türetilmiştir. Bitkinin tütsü yapılarak kullanılmış olmasından dolayı bu adı alması tabiidir. Kâşgâr dilindeki yıdıg ot adı da yaydığı koku sebebiyle bitkiye verilmiştir.

Prof. Dr. Şükrü Halûk Akalın'a göre üzerlik/yüzerlik, birleşik bir kelimedir. Ona göre, bu birleşik kelimenin birinci bölümünde, Türkiye Türkçesinde 'yabanî, vahşî' olarak kullanılan yoz sözü saklanmıştır. İkinci bölümünde ise Kâşgarlı Mahmud'un Divan'ında geçen ilrük/eldrük 'sedef otu' biçimi kalmıştır.

Bedenî Hastalıkların Tedavisinde Üzerlik

Üzerlik otu eskiden beri çeşitli tedavilerde kullanılan bir bitkidir. Hititlerde ilaç yapımında kullanıldığını biliyoruz. Yaklaşık 2000 yıl önce Adana, Anavarza'da doğan, Avrupa ve Ortadoğu'da 1500 yıl boyunca tıbbi sağaltım alanında kullanılan Kitab al-Hasayiş'in (Materia Medica) yazarı Dioskorides de (MÖ 20-80) üzerlik bitkisinden söz eder ve bunun belki de efsanevi büyü bitkisi moly olduğunu söyler. Dioskorides'e göre, "Bazıları bu bitkiyi harmala, Suriye ve Mısırlılar besasa (Tanrı Bes'in bitkisi), Kapadokyalılar da moly olarak adlandırırlar. Bitki siyah kökleri ve beyaz çiçekleriyle moly'nin tanımına uyar". Dioskorides'in Peganon agrion ya da Ruta sylvestris olarak tanımladığı üzerlikten söz ederken bu bitkinin en yaygın olarak görüldüğü Kapadokya'ya değinmesi bir rastlantı değildir. Çok daha eskiden Hindistan'da üzerlikten solucan düşürücü ilaç yapılmış, üzerlik narkotik olarak kullanılmıştır. Zehirlenmelere, yılan sokmasına karşı panzehir yapımında üzerlikten yararlanılmıştır. Yunanlılar ve Romalılar üzerlik otunu ishallere karşı mide kuvvetlendirici olarak kullanmışlardır. Bugün modern tıpta da üzerlik, solucan düşürücü ve narkotik harmin, merkezi sinir sistemi uyarıcısı olarak kullanılır.
Çeşitli hastalıkların tedavisinde kullanılmasının yanı sıra erkekte cinsel gücü artırıcı macunların hazırlanmasında da üzerlikten faydalanılmıştır. Tohumlarının balla karıştırılması sonucu elde edilen bir macun, eski toplumlarda uzun süre cinsel gücü artırıcı madde (afrodizyak) olarak kullanılmıştır.

Üzerliğin tohumlarında harmalin, harmin, harmalol ve peganin adlı alkaloitler ve eterik yağ bulunmaktadır. Ayrıca tohumlarından kırmızı renkli bir boya maddesi elde edilebilmektedir.
Alternatif tıp olarak da adlandırılan halk tıbbındaki üzerliğin kullanımına gelince:
Türk Kodeksi'ne kayıtlı tıbbî bitkiler arasında sayılmayan üzerlik tohumu genellikle bütün aktarlarda bulunmaktadır. Bağırsak kurdundan prostata, hemoroitten karın ağrısına pek çok hastalığa iyi geldiği inancıyla üzerlik çeşitli yol ve yöntemlerle Anadolu'nun hemen her yerinde halkça kullanıla gelmiştir.

Halk tıbbında rastlanan pek çok örnekte olduğu gibi, şifalı ve etkili olduğuna inanılan, fakat kanıtlanmamış uygulama alanları saymakla bitmez: Afrodizyak olarak, felçlere karşı, "sevdadan kaynaklanan ağrılar" için, göz hastalıklarında... Davûd-ı Antakî'nin Tezkere adlı eserinin Bitkiler ve Şifaları bölümünde 'özerlik' tohumunun iyi geldiğine inanılan hastalıklar listesi oldukça uzundur.

Halk tababetinde üzerlikle tedavi edilen bazı hastalıklar aşağıda zikredilmiştir.

Sara Hastalığı
250 gr. üzerlik tohumu 3 litre su ile sararıncaya kadar kaynatılır. Sonra süzülerek 1 kg. üzüm pekmezi ile karıştırılıp tekrar 5 dakika kaynatılır. Hazırlanan karışım 6 saat arayla bir çay bardağı içilir. Ayrıca bir deste karabaş otu 12 bardak su ile kaynatılıp soğutulduktan sonra süzülür ve sabah, öğle, akşam birer çay bardağı içilirse, etki daha fazla olur. Fayda görmek için iki-üç ay kullanmaya devam etmelidir.

Varis
150 gr. üzerlik tohumu çekilerek toz haline getirilip, bir kaba konur. Ayrıca 30'ar gr. biberiye, ada çayı, oğul otu, ısırgan otu, 4 litre su ile 5 dakika kaynatılıp, soğutularak süzülür. Sabahları aç karnına alınan 15 gr. üzerlik tohumu üzerine hazırlanan bu karışımdan bir fincan içilir. Bunun üzerine de bağırsakları bozmaması için bir veya iki limon sıkılıp içilir.
Akşamları varisli yerlere limon suyu sürmek de iyileşmeyi hızlandırır.

Müzmin Baş Ağrısı
30'ar gr. üzerlik tohumu, anason, damla sakızı, tarçın ve rezene hep birlikte toz haline getirilerek 500 gr. süzülmüş bal ile macun yapılarak günde üç defa bir çorba kaşığı alınır. Bir ay devam edilirse şifası görülür. (Sürekli baş ağrılarını ciddiye almalı ve mutlaka doktora görünmelidir.)

Alerjik Grip ve Saman Nezlesi
Birer tatlı kaşığı üzerlik tohumu, çörek otu, meşe kabuğu, mercanköşkü ve papatya, bir kapta 5 dakika kaynatılıp süzülür. Elde edilen bu su buruna çekilir. Bu uygulama günde üç defa yapılır. Ayrıca kına kına, ısırgan otu, oğul otu, adaçayı, ravend ve acı yonga bitkilerinden birer tutam, 4 litre su ile beş dakika kaynatılır. Süzüldükten sonra yemek aralarında bir çay bardağı içilir.

Mafsal ve Romatizma Ağrıları
50'şer gr. üzerlik tohumu, defne tohumu, tarçın, anason ve havlıcan hep birlikte kahve değirmeninde çekilir ve ince elekten geçirilerek 100 gr. bala katılır. Bu macundan günde 3 defa bir çorba kaşığı yutulur. Bitinceye kadar kullanılırsa, iyileşmeye yardımcı olur.

Basur
Zulumba ve üzerlik tohumu eşit oranlarda katıştırılıp, sabahları aç karnına 1 çay kaşığı yenir.
Cinsel Gücü Artırma ve Kolay Hamilelik
1-2 gr. ezilmiş üzerlik tohumu her gün bala karıştırılarak yenir veya doğrudan suyla içilirse, cinsel gücü artırır, hamileliği kolaylaştırır.

Fil Hastalığı
12 gram üzerlik tohumu bir cezve suda 5 dakika kaynatılır. Sabah, öğle, akşam, içilerek bitirilir. Her gün tekrarlanır. Günde 3'er fincan yoğurt suyu ve yabani nane çayı içilir. Ayrıca her gün aşağıda yazılı tedavilerden uygun olanı yapılır: 1. Sinirli yaprak lapası sarılır. 2. Adam otu lapası sarılır. 3. Katran sürülür. 4. 100'er gram papatya, biberiye, çemen otu, kepek yeteri kadar suda kaynatılıp lapa yapılarak sarılır. İyileşinceye kadar devam edilir.

Silisü'l-Bevl
Devamlı idrar kaçırmak, idrârını tutamamak hastalığı olan silisü'l-bevlin tedavisi için bir kaba bir fincan nohut ve iki fincan sirke konur. Üç gün sonra, her gün üç kere üçer nohut yenir ve birer çay kaşığı sirke içilir. Yâhut bir kaşık üzerlik tohumu, zencefil, tarçın ve karabiber, ince toz edilip karıştırılır. Sabah aç karna ve yatarken bir çay kaşığı toz, su ile yutulur.

Bağırsak Gazları
Bağırsak gazlarını yok etmek için: Arpa unu hamur haline getirilir. Bir miktar keten tohumu ve üzerlik otu ilave edilerek karna sarılır.

Nazar Tedavisinde /Halkbilimde Üzerlik
Halk arasında çoğu hastalığın en önemli sebebi “göz değmesi”, “isabet” gibi adlarla da anılan nazar'dır. Arapça 'nazar' kelimesi, 'bakış' anlamına gelir. Türkçe'de de 'nazar' kimi insanların bakışlarındaki zararlı güç ve bu nitelikleriyle, bir kişiye, bir hayvana ya da bir nesneye bakmakla, canlı üzerinde hastalık, sakatlık, ölüm, nesne üzerinde kırılma gibi olumsuz etkinin meydana gelmesidir. Nazar sadece insanlara özgü bir olay olmayıp, mal mülk, hayvan, toprak… gibi insanoğlunun hayatına giren her şey için söz konusudur.

Nazar, kaynağı tarihin derinliklerine kadar uzanan bir halk inancıdır. Eski Yunanlılardan Romalılara, Budistlerden Hindulara, Musevîlerden Müslümanlara kadar bütün topluluklarda bu inancın bulunduğunu görüyoruz.

Kendisini pek çok tehlikeden korumasını bilen insanoğlu; kaza, hastalık, ölüm getireceğine inandığı nazardan da korunmak amacıyla çeşitli koruyucu nesnelere sarılmıştır. Topluca nazarlık olarak adlandırdığımız koruyucu nesneler, nazara inanan bütün topluluklarda hemen hemen birbirinin aynıdır. Halkımız tarafından da kullanılan nazarlıklar arasında mavi boncuk, yedi delikli boncuk, kendiliğinden delinmiş taş, eski süpürge, sarımsak, kartal pençesi, hurma çekirdeği, sarı kehribar, yumurta kabuğu, kurban gözü, geyik boynuzu, öküz boynuzu, at kafası, çörek otu, günlük, kuru karanfil ve üzerliği sayabiliriz. Bu sıraladığımız nazarlıkların bazıları evlere asılmakta, bazıları üstte taşınmakta, bazıları da bağ, bahçe ve tarlalarda bulundurulmaktadır. Çörek otu, günlük, kuru karanfil ve üzerlik ise nazara karşı yapılan tütsüde kullanılmaktadır. Ayrıca, üzerlikten yapılan nazarlıklar evlere de asılmaktadır.
Üzerlik meyvelerinden yapılan nazarlıklar bir anlamda, her an el altında ve göz önünde bulunan bir tütsü deposu olarak işlev görür. Aynı zamanda da evi süsler. Kadınlar yaz ortasında henüz olgunlaşmamışken yeşil olarak topladıkları tohum keselerini bir iğne yardımıyla ipe dizerler. Ortaya yerleştirilen bir sopanın ya da çıtanın etrafına renkli bir bez sararak ve meyveler arasına küçük renkli bez parçaları geçirerek baklava ya da çift muska biçiminde bir şekil oluştururlar.
Orta Anadolu'da 'hamaylı' adı verilen, muska, Basra boncuğu ve gözboncuklarından oluşan nazarlıkların bir bölümüne üçgen biçiminde bir bez içine üzerlik ve çörekotu da koyulur. Hamaylı taşıyan çocukların kemgöz olarak düşünülen tehlikeden korunduğuna inanılır. Sadece Anadolu'da değil, Akdeniz ülkelerinde, Arabistan ve Hindistan'da da üçgen biçimi tılsım ve muska olarak kullanılır. Anadolu'da yapıların duvarlarını süsleyen üzerlikten nazarlıkların çok benzerlerine İran'ın batısındaki Luristan bölgesindeki göçer yerleşimlerinde de rastlanır.
Üzerlik Tütütme: Üzerlik tohumlarının yakılarak dumanının ev içine dağılmasına “üzerlik tütütme” denilir. Bu işlem Konya'da, bir kürek veya tavaya konulmuş birkaç üzerlik tohumu, soğan-sarımsak kabuğu, çörek otu, tuz gibi nesnelerin hep birlikte yakılmasıyla gerçekleşir. Nazara uğradığına inanılan çocuk yanan nesnelerin dumanına tutularak dua (İhlas, Felâk, Nas sureleri) okunur. Çocuk dumandan rahatsız olana dek tütsü üstünde dairesel olarak döndürülür. Bu işlemden sonra üzerlik tütütülen çocuk öpülmez. Kişilerin tütsülenmesinden sonra sıra evin tütsülenmesine gelir. Tütsü kabındaki son dumanla ev tütsülenir. Bunun için kap evin içinde dolaştırılır. Evin tütsülenmesinin amacı sadece nazar değildir. Aynı zamanda evin içinde bir köşede saklanmış olan cinlerin de üzerlik tütsüsü sayesinde evden kaçacağına inanılmaktadır. Bazı yörelerimizde otun yakıldığı kabın da, işlem bitince mutlaka ters çevrilmesi gerekir. Böylece nazar değmesi engellenir.

Tütsü sırasında söylenen sanakalar hemen hemen bütün Türk topluluklarında birbirinin aynıdır.
Tekerlemeler (Sanakalar)
Adana yöresinde üzerlik ateşe atılırken:
Gelsin üzerlik, gitsin nazarlık
Üzerlik bin bir erlik
Üzerliğin ateşte yakılması sırasında:
Çatır çatır çatlasın
Çatırtısı patlasın
....a nazar edenin
İki gözü patlasın
Üzerliğin tüttürülmesi sırasında:
Eş eşikten
Beş beşikten
Yassı dilden
Yaman gözden
Allah saklaya
Bir başka tekerleme ise:
Üzerliksin havasın
Her sayrıya devasın
Arslan Ali Mürteza'nın zülfikarın kurtaransın
Bizi yavuz dilden, kem gözden
Cinlerin, perilerin, devlerin şerlerinden
Emin eyleyen sensin
Benzer bir tekerleme:
Elem tere fiş, kem gözlere şiş
Üzerlik çatlasın; nazar eden patlasın
Konya yöresinde ise şu tekerleme söylenir:
Üzerlik yüzbinnerlik
Gitsin hastalık,
Gelsin sağlık.
Elleşenler, melleşenler,
Yeryüzünde kaynaşanlar,
Oğluma/kızıma nazar değenlerin
Gözleri çatlasın patlasın (Perihan Oydemir'den)
Azerbaycan'da üzerlik tüttürülürken de benzer tekerleme söylenmektedir:
Üzerliksen üzerliksen hevasen
Hezaran derde dermansen devasen
veya:
Üzerliksen hevasen
Her bir yerde sen olasan
Kada bele savasan
Üzerlik dane dane
Tökülsün hare cane
Kohum ola yad ola
Gözü bu oddan yana
Altundaydı üzerlik
Dütün ağdı üzerlik
Müşkil işim düşüpdür
Hudi hudi üzerlik
Azerbaycan'da söylenen bir başka tekerleme ise:
Üzerlikler çırtdasın Yaman gözler pırtdasın
şeklindedir. Iğdır halk kültüründe ise üzerlik bir türküye konu olmuştur:
Üzerliyim çaddasın
Yaman gözler patdasın
Ağzın belam tökülsün
Dert üsdünden atlasın
Üzerliksen havasan
Hezar derde devasan
Her yerdensen olasan
Kaza bele savasan
Üzerlik dene dene
Tökülsün herza çene
Gohum ola yad ola
Sözü bu adda yana
Üzerlik kök üzerlik
Başımda börk üzerlik
Bize yaman baharın
Gözleri tök üzerlik
Atın taydı üzerlik
Donun ağdı üzerlik
Müşkül işe tüşmüşem
Hovdu-hovdu üzerlik
Üzerlik, manilerde de yerini bulur:
Bahçelerde üzerlik
Dalları delik delik
Pembe yanak üstüne
Mavi gözler nazarlık
Balıkesir/Savaştepe'de de üzerlik bir türküde anılır:
Bahçelerde üzerlik
Soydan olur güzellik
Duydum yârim evlenmiş de
Allah versin düzenlik de
Salına da salına da gel yârim
Karaman yöresinde üzerliğe bir bilmecede rastlıyoruz:
Bahçelerde üzerlik, başındaki al terlik, yeni mi evlenmiş bu yiğit, ne bundaki güzellik? (Gül)
Temizlikte Üzerlik
Geçmişte Anadolu'da üzerlik külünün soda ya da sabun yerine kullanılmış olduğu bilinmektedir. Aşkar adı verilen üzerlik külünün Gemerek yöresinde yapımı ve kullanımı şöyledir:
"Bir kadın çamaşır yıkayacağı gün tandırı yakar, üzerine büyük kazanı kor, su ile doldurur. Su ısınırken karşı yamaçlara çıkar sonbaharın kuruttuğu yüzerlikleri keserle koparır, bir yere yığar. Bu yüzerlik yığınına bir ateş verir. Acımsı bir kokuyla karışık kıvrım kıvrım bir duman direklenir gök boşluğuna. Çıtır çıtır seslerle yanar kuru boz yüzerlikler. En sonunda ateş söner, gri ile kara arası bir kül yığını kalır. Bu yüzerlik külleri beyaz bir torbaya doldurulur, eve gelinir. Torba iple bir sopaya bağlanır, sopa yatay olarak kazanın üzerine konur. Ve ak torba kaynayan suya sarkıtılır. Aşkar böylece meydana gelir ve çamaşır yıkanmaya başlanır".
Edebiyatımızda Üzerlik
Üzerlik klasik edebiyatımızda da
Sipend: Üzerlik tohumu ki “tütsülük” de derler. Ateşe atılınca çıtırtı yapar. Nazar değmemesi istenilen veya nazar değdiği sanılan çocuk veya kimsenin üzerinde içinde ateş bulunan- bir kap gezdirerek üzerlik yakarlar. Ocak veya mangalda yakarak tüttürülürler. Tohumlar çıtırdadıkça musallat olan cinler dağılırlarmış.
“Bu otta Allahu Te'âlâ bir hâssa komuştur ki, bir kimseye andan tütü verseler ana yaramaz göz değmez.” [Sûdî, Hâfız Şerhi, II/111]
Ol perîye ermesin deyü yavuz gözden gezend
Cânımı mihnet ocağında sipend etdim yine
Hayretî
Bizim şâirlerimiz de pek çok mazmunlar yapmışlardır:
Bu cism-i zerd ü nizâr ile nice bir şehâ
Yanam firâkın âteşine nitekim sipend
Bâkî
Sipend-âsâ eder her rûy-ı âteş-tâbdan feryâd
Râgıb Paşa
Muhabbetin devamı için büyü yaparken de ateş üzerine üzerlik tohumu atarlarmış.
Dâğlardır odlu göğsümden karası kopmamış
Yâ sebât-ı aşk için od üzre bir nice sipend
Fuzûlî
Üzerlik güzel kokulu bir ottur. Kadınlar çocukların kundak kokusunu gidermek için bu ottan tütsü verirler. Üzerlik kuruyunca incelir ve eğilir. Buna dikkat eden Bâkî, hilâlin ilk gecesi görünüşünü buna benzetmiştir:
Dehr bir şâh-ı sipend urdu felek micmerine
Mâh-ı nev sanma şafakda görünen zerd ü nizâr
Mânâ: Akşamın alaca karanlığında (ufukta) görünen sarı ve cılız şekli, hilâl zannetme. Zaman felek buhurdanına bir üzerlik dalı attı.
Bu dal atılmakla şüphesiz tütsü yapılmış olur. (Onay, 1996, s. 438-439)
Sonuç
Türk halk kültüründe üzerliğin yeri elbette bu yazıya alınmış bilgilerle sınırlı değil. Şu ana kadar derlenmiş bilgilerin tümü için bir kitap hacmi gereklidir. Sanal âlemdeki bilgilerden derlediğimiz bu bilgilerin pek çoğu bilimle çelişse de Türk kültürünün bir güzelliğini bünyesinde sakladığına eminiz. Kentsel ortamda yetiştiği için kırsal kültürümüzü tanımayan insanlarımızı bilgilendirmek amacını gerçekleştirebilirsek bu bize yeter.
KAYNAKÇA:
www.akmb.gov.tr (Habib İDRİSİ)
www.akmb.gov.tr (Doç. Dr. Güllü YOLOĞLU)
www.bilgin.nu
www.cerciyusuf.com.tr
www.corumluyazarlar.8m.com
www.dicle.edu.tr (Doç.Dr. Yüksel KIRIMLI)
www.e-kolay.net
www.fgokalp.tripod.com
www.forum.mezun.com
www.hurriyetim.com.tr
www.igdirli.com
www.kadinlar.com
www.kameraarkasi.org
www.karaman.gov.tr
www.kultur.gov.tr
www.medicalnews.hyperboards2.com
www.meltingpot.fortunecity.com (Dr.Vedat SARIDILEK)
www.mikser.com
www.milliyet.com (Berrin CANKAT)
ONAY, Ahmet Talât, “Eski Türk Edebiyatında Mazmunlar”, MEB Yayınları, İstanbul 1996.
www.orkun.com (Vefa RIZAYEVA)
www.ozpolat1976.sitemynet.com
www.sadakat.net
www.semerkand.com (Haydar YİĞİT)
www.sevde.de
www.tdk.gov.tr (Prof. Dr. Hasan EREN)
www.turkishtime.org
www.turkiyebul.com
www.turkleronline.com (Prof. Dr. Abdülkadir İNAN)
www.turkoloji.cu.edu.tr (Prof. Dr. Şükrü Haluk Akalın)
www.turkuler.com
www.voyagerbook.com
www.yalnizkurt07sitemynet.com
www.zaman.com.tr

Niçin Kaynak Suyu ?

Kaynaklar yeraltı suyunun yeryüzüne çıkış noktalarıdır. Bunların membası saf su özelliğindeki kar ve yağmur suyudur. Su.yağıştanyeraltına süzülüp kaynaktan çıkışına •cadar takip ettiğiyolda belirli özellikler kazanır. Bunlardan başlıcalarıCa, Mg, Na, CO3, Cl ve SO4 elementlerinden oluşan kimyasal niteliklerinyanı sıra pH, sertlik, iletkenlik bulanıklıhkgibi özelliklerdir. Suyunyeraltındaki kalış süresi uzadıkça bu özelliklerdeki değişim de artar. Kuyularla elde edilen sulardayeraltındaki suyun ilerleyiş süresi uzadığından, suyun fiziksel ve kimyasal özelliklerindeki değişim de aynı oranda artmaktadır. Çoğunlukla kaynaklar yükseklerden/dağlık kesimlerden, kuyu suları ise ovalık (düzlük) alanlardan temin edilir. Düzlükler genellikle insanlarınyerleşimleri veyaşamsal gereksinimleri için tercih ettikleri alanlardır. Bu nedenle mevcut ve planlanan tarımsal, kentsel ve endüstriyel faaliyetlerin sonucunda çöp vb. atıklar artık ürünler olarak ortaya çıkmaktadır. Bunlar çoğunlukla zararlı ve zehirli maddeler içerdiklerindenyeraltı suyuna etkisi söz konusu olabilmektedir. Ülkemizde ve dünyadayeraltı sulan buna benzer sorunlarla karşı karşıyadır. Örneğin; Amerika'dayılda 6.5 milyon mS'den daha fazla sıvı atık yeraltına enjekte edilmektedir. Dolayısıyla yeraltı tatlı su rezervuarlannın kalitesi zamanla azalmaktadır. Bu riskli durum insanlığı kaynak suyuna yönlendirmektedir.

Arıtılmış Su, Kaynak Suyu mudur?
Kaynaktan boşalan sular koruma amaçlı olarak oluşturulan bir kaptaj içerisine alınır. Buradan kapalı bir sistem içerisinde su dolum tesislerine taşınır. Ancak piyasadaki şişelenmiş suların etiketlerinde farklı tanımlamalar bulunmaktadır. Bunlar şöyledir;
1. Arıtılmış Su; Kuyu Suyu; Sofra İçeceği; İşlenmiş Su
2. Doğal KaynakSuyu; KaynakSuyu "Bunların tamamı aynı şeyi mi ifade etmektedir?" soruş uy la sık sık karşılaşılmaktadır. Birincisi, ovada açılmış sondaj kuyusundan pompajla alınan yeraltı suyunun, tesislerde belirli arıtma işlemlerine ve gerektiğinde çeşitli mineral ilavelerine tabi tutularak şişelenen kuyu suyunu tanımlamaktadır. Dolayısıyla fiziksel ve kimyasal işlevlere tabi tutulmuş, yapay katkılarla doğallığından kısmen uzaklaşmış olarak tüketiciye ulaştırılan sudur. İkincisi ise hiçbir kimyasal ve arıtma işlemlerine tabi tutulmadan, yeryüzüne çıktığı gibi tesislerde şişelenen kaynak suyudur.

Suyun Kalitesine Nasıl Karar Verilir?
Suyun değeri sadece yaygın olarak bulunması ve faydalanılması ile değil aynı zamanda iyi kalitede olması ile de ölçülür. "Suda kalite" denildiğinde suyun fiziksel, kimyasal ve biyolojik özellikleri belirtilmektedir. Bu tanımın yapılabilmesi için belli miktar su örneği Su Kimyası Laboratuarlarında, yukarıda belirtilen özellikler bakımından analizlere tabi tutulmaktadır. Analizde elde edilen değerler Türk Standartları Enstitüsü (TSE 266), Dünya Sağlık Teşkilatı (VVHO), Avrupa Birliği (EC) vb. kuruluşlarca belirlenmiş olan "İçme S uy u Standartlarına" göre mukayese edilir. Böylece hayatın vazgeçilmez bir parçası olan suyun kalitesine karar verilmektedir.

Reflü

Besinler, ağızda çiğnenip tükürükle yumuşatıldıktan sonra yemek borusu aracılığı ile mideye geçer. Mideye gelen besinler mide özsuyuna güçlü bir asit ile karışarak boza kıvamına gelir. Bu içeriğin yemek borusuna geri kaçışına reflü diyoruz.

Reflü oluşumuna pek çok etken sebep olmaktadır. Bunlar;

* Mideye açılan sfinkterin yapısal gevşekliği,
* Şişmanlık,
* Aşırı yeme,
* Yağlı ve sindirimi güç yiyeceklerle beslenme,
* Alkol ve gazlı içecekler,
* Sigara,
* Gebelik,
* Sıkı (dar) giyinmedir.

Hastalarda karşılaştığımız en çok şikayetler ise şunlardır:
* Göğüs ağrısı,
* Göğüste yanma hissi,
* Ağza acı, ekşi su (özellikle yatarken) gelmesidir.

Eğer reflü önlenmez ise yemek borusuna geri dönen asidik içerik yemek borusunda hasara neden olur ve reflü hastalığı adını alır.

Yetişkinlerin yaklaşık üçte birinde gördüğümüz önemli bir sağlık sorunudur.


Bu Hastalığın Tedavisi Nasıldır?


Reflünün önlenmesinde yaşam şartlarında yapılacak bazı basit düzenlemeler önemli yer tutmaktadır.

1 Yatarken vücudun üst kısmı ve başın yüksekte olması yararlıdır. Bunun için ya yastık sayısı arttırılmalı ya da yatağın baş kısmı yükseltilmelidir.
2 Yemeklerden sonra en az yarım saat yatılmamalıdır.
3 Kilolu hastaların kilo vermesi gerekir.
4 Korse gibi dar giyecekler giyilmemelidir.
5 Asitli içecekler (kola vb.), kahve gibi içeceklerden; yağlı acılı baharatlı olan yiyeceklerden uzak durulmalıdır.
6 Azar azar sık aralıklarda yemeli, karın tıka basa doldurulmamalıdır.
7 Alkol ve sigara tüketilmemelidir.
Bunlarla birlikte hastalarda asitin geri kaçışına bağlı meydana gelen peptik özefajitinde medikal olarak tedavi edilmesi gerekmektedir. Bu sebeple biz hastalarımıza bu önerilere uymasını ayrıca rahatlamasını sağlayacak semptomatik bir tedavi ve esas olarak tedavi edici ajanlar kullanmaktayız.
Hastalar bu ilaçları düzenli olarak iki ay boyunca kullanmalıdır. Böylece gerekli tedavi yapılabilmektedir. Ancak şu nokta unutulmamalıdır ki önerilere uymayan ve yapısal bozukluğu olan hastalarda bu şikayetler tekrarlamaktadır. Bu nedenle hastalar şikayetleri tekrar başladığında doktora başvurmalıdır.

Aile Planlaması

Aile planlaması, istedikleri zaman, istedikleri sayıda çocuk sahibi olmaları için ailelere verilen hizmetlerin tümüdür. Aile planlaması ailelerdeki kişi sayısını sınırlandırma anlamını taşımaz. Amaç anne ve doğacak çocukların sağlıklı olması ve çocuk sahibi olmak istendiğinde gebeliğin oluşmasıdır. Çünkü iki yıldan az aralıklarla yapılan doğumlar annenin vücut sağlığını önemli ölçüde bozmakta, gebelik sırasında riskleri artırmakta, hatta ara vermeden arka arkaya yapılan doğumlar anne ölümlerine neden olmaktadır. Ayrıca sık aralıklarla doğan çocukların anne karnında gelişmeleri tam olmamakta (doğum ağırlığı düşük bebekler), sakatlık oranı yükselmekte, bakımları güçleşmekte ve bebek ölümleri artmaktadır.

Bütün bunlar gözönüne alındığında aile planlamasının amaçlarını şöyle sıralayabiliriz ;
Bireyleri ve aileleri, üreme sağlığı konusunda eğitmek Anne ölümlerini önlemek ve sağlığını korumak Bebeklerin sağlıkla doğmalarını ve yaşamalarını sağlamak Yüksek riskli gebelikleri önlemek İstenmeyen gebelikleri önlemek Çocuk sahibi olmak isteyenlere tıbbi yardım sağlamak Bireyleri aile planlaması yöntemleri konusunda eğitmek. Türkiye'de aile planlaması hizmetleri; Sağlık Bakanlığı'na bağlı olan sağlık ocakları, ana-çocuk sağlığı ve aile planlaması merkezleri ve hastanelerin yanında SSK hastaneleri, üniversite ve diğer kamu kuruluşlarının hastaneleri ve özel sağlık merkezlerinde verilmektedir. Kamu kuruluşlarında, kondom ve doğum kontrol hapları ücretsiz dağıtılmakta, rahim içi araç (RİA) ücretsiz ya da çok düşük bir ücret karşılığında uygulanmaktadır.

Aile planlaması yöntemleri Aile planlaması amacı ile gebeliği önleyici yöntemler, etkinliği yüksek sağlıklı modern yöntemler ve etkinliği düşük eski yöntemler olarak iki grupta incelenmektedir.

A. Etkinliği yüksek, sağlıklı, modern yöntemler

1. Prezervatif (kondom, kılıf) Erkek tohum hücrelerinin (spermlerinin) vajina(hazneye) dökülmesini, dolayısı ile sperm ve yumurtanın karşılaşmasını engelleyerek gebeliği önler. Bir başka özelliği de cinsel yolla bulaşan hastalıkların bulaşmasını engelleyen tek yöntem olmasıdır. (örn: AIDS, sifiliz, bel soğukluğu vs.) Halk arasında kılıf diye de bilinir. Cinsel ilişki öncesi erkek tarafından doğru şekilde kullanıldığında koruyuculuk oranı % 95 - 98 ‘ dir. Her bir prezervatif bir defa kullanılmalıdır. Sağlığa hiçbir zararı yoktur.

2. Vajinal bariyerler (diyafram, sperm öldürücü krem, köpük, fitil) Diyafram rahim ağzına takılarak spermlerin içeriye geçmesini engeller. Sperm öldürücüler, vajinadaki tüm spermleri işe yaramaz hale getirir. Diyafram ve sperm öldürücüler birarada ve doğru kullanıldığında etkinlikleri artar. İlişkiden önce kadın tarafından yerine yerleştirilir. İlişkiden sonra en az 6 saat yerinde bırakılmalıdır. Sağlığa bir zararları yoktur.

3. Rahim içi araçlar (spiraller) Rahim içine uygulanarak yumurtanın rahim içine naklini, spermlerin yumurtanın yanına gitmesini ve döllenme olsa bile rahim içinin özelliklerini bozarak döllenmiş yumurtanın yerleşmesini engeller. Çıkarıldığında doğurganlık geri döner. Yan etkileri yok denecek kadar azdır, kontrolleri düzenli olarak yapılrsa 10 yıl süre ile % 98 oranında korur.

4. Hormonal yöntemler (doğum kontrol hapları, iğneleri) Hemen hepsi, yumurtlamayı durdurur, rahim ağzı tıkacını kalınlaştırarak spermin rahim içine girmesini engeller, rahim içi zarı inceltir.Haplar ağızdan alınır, 21 ile 25 gün kullanılanları vardır.

İğneler aylık ya da 3 aylık iki ayrı formdadır. Enjeksiyon iğne tipine göre her ay, ya da 3 ayda bir kas içine yapılarak uygulanır. Kullanımları bırakıldığında doğurganlık geri döner.
Hormonal yöntem kullanmadan önce mutlaka bir muayeneden geçip hangi yöntemin nasıl kullanılacağı hekim ve çift tarafından kararlaştırılmalıdır. Koruyuculuk oranları doğru kullanıldıklarında % 100’e çok yakındır.

Özellikle 5 yıldan uzun süre hap kullanan kadınlarda kullanmayanlara nazaran rahim ve yumurtalık kanseri görülme sıklığı yaklaşık yarı yarıya azalmaktadır!.

5. Tüp ligasyonu (kadınlarda kordonların (rahim kanalları) bağlanması) Kadınlarda yumurtanın geçtiği rahim kanallarının kapatılması ya da bağlanması işlemidir. Genellikle genel anestezi ile yapılan küçük bir ameliyat gerektirir. Böylece sperm ve yumurtanın karşılaşması engellenir. Geri dönüşü olmayan bir yöntemdir. Herhangi bir şekilde adet bozukluklarına ya da hormonal değişime, cinsel istek azalmasına neden olmaz. Kesinlikle bir daha çocuk sahibi olmak istemeyen çiftler tercih etmelidir.

6. Vasektomi (erkekte sperm kanallarının bağlanması) Erkekte lokal anestezi ile spermin geçtiği kanalların kesilmesi veya bağlanması işlemidir. Geri dönüşü yoktur. Ancak erkeklik gücünde ya da cinsel ilişkide herhangi bir azalmaya veya değişmeye neden olmaz.