Dillere destan lahana diyeti


Lahana diyeti en kısa yoldan kilo vermek için ideal. Bu mucizevi besini mutlaka keşfedin.

Her derde deva
Zayıflama ve selüloitleri yok etme özelliği bulunan beyaz lahana, aynı zamanda antioksidan özelliğine sahip olduğundan, bağırsak kanserini önleyici gücü var. Kan şekerini düşürme ve dengeleme özelliğinin yanı sıra, kan dolaşımını düzenler, hormonları dengeler. Enfeksiyonlara karşı vücuda direnç kazandırır. Kanser hastalarında kemoterapi ve radyoterapi sonrası takviye oluşturur. Toksinden arındırır

Bağırsak mukozasını temizleyip, cilde tazelik ve güzellik kazandırır. Toksin atıcı ve kolon kanserini önleyicidir. Beyaz lahana içeriğindeki vitaminiyle güçlü bir antioksidandır; ayrıca beyaz lahana yaz aylarında fit olmak isteyenlere kalıcı kilo kaybı yaratır. Vücudu toksinlerden arındırır, kolon kanserini önler ve kan şekerini kontrol altında tutmanıza yardımcı olur.

Kalp hastalıklarından korunmanın 9 yolu


Memorial Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Bingür Sönmez, kalp hastalıklarından korunmanın 9 yolunu şöyle sıraladı:

Sağlıklı Beslenin
Kalp sağlığınız için sağlıklı yiyecekler tüketin. Kolesterolünüzü gerekli seviyeye düşürmek ve kalp hastalıklarından korunmak için tereyağı, iç yağı gibi hayvansal kaynaklı yağlardan uzak durun. Zeytinyağı, ayçiçek, mısırözü, soya gibi bitkisel yağları tercih edin. Kırmızı eti mümkün olduğunca yemeyin.
Et tercihleriniz balık, hindi, tavuk olsun. Beslenmenizde, fasulye, mercimek, bezelye gibi kolesterolsüz protein kaynaklarına yer verin. Yağsız veya az yağlı, süt ve süt ürünleri tüketin. Konsantre süt, karaciğer, işkembe gibi sakatatlardan; sosis, sucuk, salam gibi gıdalardan uzak durun.


Düşük kalorili sebze ve meyveler kalp hastalıklarına karşı koruyucu maddeler içerirler. Günde 5 porsiyon sebze ve meyve tüketin. Beslenmenizde beyaz un yerine işlenmemiş buğday unu (kepekli) tercih edin. Köfte-pilavdan başka yemek yemeyen çocuklarınıza bamya, fasulye, salata, meyve yemesini öğretin. Çocuklarınızı fast food-hamburgerden uzak tutun.


Bel ölçünüze dikkat edin
Yağların karın çevresinde toplanmasının özellikle kalp-damar hastalığı riskini arttırdığını ve bel çevresinin kadınlarda 88, erkeklerde 102 santimi geçmemesi gerektiğini aklınızdan çıkarmayın.

Fazla kilolarınızdan kurtulmaya çalışın.
Bunun için öğün aralarında atıştırmalara, hızlı yemek yemeğe son verin. Yavaş ve istikrarlı kilo vermenin daha sağlıklı ve kalıcı olduğunu unutmayın. Kilo kaybı sağlıklı bir yaşam için ilk adımdır. Kilo vermek; kan basıncını, kan şekerini, kan yağlarını ve erken ölüm riskini azaltır.


Menopozu geciktirin
Östrojen hormonu kadınları damar sertliğine karşı korur. Ancak menopozla birlikte östrojen hormonu ortadan kalktığı için kadınlarda anormal bir damar sertliği süreci başlar. Bu nedenle menopozun geciktirilmesi için tedavi uygulanmalıdır.
Bu hormonun meme kanseri riskini arttırdığına ilişkin tartışmalar olsa da, istatistiklere göre, Amerika‘da her yıl 250 bin kadın koroner kalp hastalığından yaşamını kaybetmektedir. Meme kanserinden ölenlerin sayısı ise 45 bin civarında. Kısacası koroner kalp hastalığında risk daha büyük.

Düzenli spor yapın stresten uzak durun
Tembellik ve aşırı stresten uzak durun. Düzenli egzersiz, kalp hastalıkları ve kalp krizinden korur. Kalbinizi, kemiklerinizi ve kaslarınızı güçlendirir. Ancak 35 yaşından sonra yoğun efor gerektiren bir spora başlayacaksanız, gizli kalp hastalığı riskine karşı mutlaka iyi bir kalp kontrolünden geçin.
Egzersizin en ideali uzun yürüyüşlerdir. Kandaki kötü kolesterolünüzün yakılması için 5 kilometreyi 45 dakikada tempolu şekilde yürüyün. Efor sırasında göğüs ağrısı, halsizlik, kramp, nefes darlığı gibi şikayetlerle karşılaşırsanız egzersize derhal ara verin.

İşinizde sınırlarınızı zorlamayın
İş ve meslek konusunda hiçbir zaman beceri ve olanaklarınızı zorlamayın. Özellikle aile şirketlerinde kalp krizi sorunuyla sık karşılaşılır. Zengin ailelerin çocukları yurt dışında çok iyi eğitim alırlar ve genç yaşta şirketin üst düzeyde yönetimine getirilirler.
Ancak mesleki deneyimi olmadığı için bu kişi kendisini sürekli ailesine kanıtlama çabası içine girer ve stres yaşar. Sonunda, omuzlarına yüklenen ağır sorumluluk onun kalp krizi geçirmesine neden olur. Bu nedenle çocuklarınıza hazır olmadıkları sorumlulukları vermeyin.


Sağlığınızı kontrol altında tutun
Aile geçmişinizde kalp hastası varsa, şişmansanız, diyabet veya yüksek tansiyon hastasıysanız, sigara kullanıyorsanız 30, değilseniz 40 yaşından sonra şu testleri yaptırın: Total kolesterol, HDL (iyi huylu kolesterol), LDL (kötü huylu kolesterol), tigliserid ve kan şekeri. Kan yağları dışında düzenli olarak yüksek tansiyonunuzu ölçtürün. Koroner kalp hastalığından korunmak için hekim tavsiyesiyle birinci guruptakiler 30, ikinci guruptakiler 40 yaşından sonra günde 100 mg aspirin almalıdır.


Psikolojik destek alın!
Hastalığınızı, aileniz veya çevrenizle ilgili sorunlarınızı bir Liyezon Psikiyatri uzmanı ile görüşün. Liyezon Psikiyatri uzmanı, organik bir hastalığın (kalp hastalıpınızın) psikolojiniz üzerinde yaptığı bozuklukları inceler.


Aceleci olmayın!
Kendinizle, yaşamla, ailenizle, eşinizle, dostlarınızla barışık olun. Çok çabuk karar veren, hızlı hızlı konuşan, merdivenleri birkaç basamak birden çıkmaya çalışan, sabırsız biriyseniz (A tipi kişilik) yavaşlayın. A tipi kişilikte kandaki adrenalin seviyesi çok yükselir, bu da spazma neden olur. Riskinizi azaltmak için daha yumuşak, sakin hareket eden, huzurlu biri olmaya özen gösterin.


Alkolü sınırlandırın!
Kalbiniz için alkol yararlıdır demiyoruz. Fakat eğer içki içecekseniz tercihiniz yararlı kolesterolü yükselttiği bilinen kırmızı şaraptan yana olsun (günde bir su bardağı). Fakat kırmızı şarap içmiyorsanız içinde kalbi koruyucu maddeler içeren üzümü çekirdekleriyle birlikte yiyebilirsiniz. Üzüm çekirdeği toz ve kapsül olarak satılmaktadır.

Burun akıntısı tehlikeli olabilir!


Yeditepe Üniversitesi Hastanesi Pediatrik Alerji Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Reha Cengizlier, çocuklardaki burun akıntısının sinüzit, alerjik nezle gibi hastalıkların belirtisi olabileceğini, burun akıntısının 2-3 günden fazla sürmesi halinde hekime danışılması gerektiğini belirterek şu bilgileri verdi:


Çeşitli sebepleri var
“Burun akıntısı bütün çocukluk dönemini ilgilendiren çok önemli bir sorundur. Burun akıntısı, yeni doğan bebekten, erişkin yaşa kadar en sık karşılaşılan sorunlardan birisidir...
Akıntının çeşitli sebepleri var. Bunların en önemlisi enfeksiyonlardır. Enfeksiyonlardan da en fazla nezle, burun akıntısına yol açan bir virüs hastalığıdır. Ayrıca grip, nezle dışı diğer enfeksiyonlar sırasında da burun akıntısı görülür.
Burun akıntısının şekli, özelliği hastalık hakkında da bizi uyarabilir. Örneğin, çeşme gibi devamlı şarıl şarıl akan bir burun akıntısı genellikle nezlenin erken görülen bir belirtisidir. Su gibi burun akıntısının görüldüğü bir diğer hastalık da alerjik nezledir...
Akıntının daha koyu daha yapışkan, halk arasında da sümük diye adlandırılan bir şekli vardır. Küçük bebeklerde temizlemesi çok zor olan yapışkan bir burun akıntısıdır ve basit virüs enfeksiyonlarının iyileşme döneminde görülür.
Bakteriyel enfeksiyonlar da yine burun akıntısı ile kendini gösterebilir. Bunların içinde en çok görüleni sinüzittir. Sinüzit, bir haftadan uzun süren burun akıntılarında mutlaka akla gelmesi gereken bir hastalıktır. Özellikle küçük bebekler, yabancı cisimlerle oynarken burunlarının içine sokarlar. Tek taraflı burun akıntısı olduğunda mutlaka bir yabancı cisim ihtimali göz önüne getirilmelidir...
Ağızdan nefes almak çözüm değil
Burun akıntısı ile aileler her zaman kendileri baş edemezler. Özellikle 6 ay altı çocukların mutlaka hekim tarafından kontrol edilmesinde fayda vardır. Kullanılacak bir takım ilaçlarla ailenin ve çocuğun daha rahat etmesi sağlanabilir. Burun akıntısı ile aileler her zaman kendileri baş edemezler. Çocuk burundan nefes alamadığı zaman ağzından almaya çalışır. Ağızda gerekli koruma mekanizmaları olmadığı için de havanın içindeki zararlı maddeler direkt olarak akciğerlere ulaşacak, bu sefer de başka hastalıklara yol açacaktır.
Yani ağızdan nefes almak çözüm değildir. Burnu açmak için bazı ilaçlar, koruyucu sıvılar kullanılabilir. Ancak bunlar hiç korkmadan güvenle rahatlıkla uzun süre kullanılacak ilaçlar değildir. Mutlaka hekim kontrolünde belirli ölçülerde kullanılmalıdır. Hele ki içerisinde ilaç olan burun damlaları asla ezbere kullanılmamalıdır.
Çünkü bunların bir kısmı ters etki yapabilir. Burun tıkanıklığını açmak için kullanılan bir damla bir süre sonra burnu tıkayabilir. Bir çocukta burun akıntısı başta sulu olarak başlamış sonradan koyulaşmış da olsa, baştan koyu olarak başlamış da olsa bir haftadan daha uzun sürüyorsa bunun altında yatan başka bir enfeksiyon olabilir.
Başlangıçta viral olarak başlayıp üstüne mikrobun eklenmesi ile yeni bir hastalık olma riski de vardır. Özetlersek kısa süreli iki üç gün süren basit soğuk algınlığına bağlı burun akıntı ve tıkanıklıkları çocuğu sümkürterek, temizleyiciler ile evde halledilmeye çalışılabilir. Ama bunun uzaması halinde ya da yapılan basit uygulamalara cevap alınamaması durumunda hekime gösterilmesi gerekir.”

Kokan nefesi temizleyen yiyecekler!


Dün gece yediğiniz soğanlı ve yağlı yemeklerin tadı muhteşemdi değil mi? Ama bu nedenle nefesiniz maçtan yeni çıkmış bir Sumo güreşçisininkine benziyor olabilir! Ne yapmak gerekiyor?

Genelde sarımsak, soğan ve kori yediğiniz zaman nefesiniz toksik bir hale dönüşür. Balıklar ve bazı peynirler de aynı etkiyi yaratabilir. Devamlı açık havada, ağzınızı açık bir şekilde havalandırmaktan başka yapabilecekleriniz de var.
Bazı kokular 24 saat boyunca kanınızda kalabilir, böylece sadece dişlerinizi fırçalamak tek başına işe yaramaz. Bu noktada nefesinizi tazelemeye yardımcı olacak yiyecekler tüketmeniz akıllıca olacaktır. Peki neler yiyebiliriz?
- Elma ve Havuç: Elma ve aynı tazelikte olan armut, havuç ve turp nefes tazelemekte ve temizlemekte etkilidir. İçerdikleri gıda lifi sayesinde tükürüğü temizler, aynı zamanda damakta tatlı bir tat bırakırlar.
- Nane Filizleri ve Tarçın: Bu iki önerimiz de, sarımsak ve soğan kokularına karşı bire bir etkildir. Tarçın kabuklarında bulunan özel bir yağ, ağızda bulunan bir tür bakteriyi yok eder. Tarçın veya nane aromalı sakız da benzer etkiye sahiptir. İçeriğinde xylitol bileşkeni olan sakızlar çürüklerini önlemeye yardımcı olur.
- Limon: Bir limonu ortadan ikiye ayırıp emebilirsiniz. Eğer bunu yapmak istemediğiniz bir ortamdaysanız, bir sodanın içine dilimlerini atabilir. Sodanız bitince limon dilimlerini yiyebilirsiniz. Daha da pratik olması için, limon aromalı şekerlerden tüketebilirsiniz. Aynı zamanda en pratik taşıma şekli şekerlerdedir.
- Maydonoz ve Biberiye: En sevdiğiniz makarna sosunda bulunan veya kebap yerken tükettiğiniz soğanları düşünün. Yanlarında tabağa konan maydonoz sadece göz zevkinize daha renkli bir hizmet yapmaktan da öte, aynı zamanda nefesinizi tazelemek için oradadır. Maydonozun nefesi tazeleme özelliği bulunur. Bunun yanında taze olmak kaydıyla, biberiye de etkili olabilir.
- Baharatlar: Eğer ağız kokusunu daha egzotik bir tatla çözmek istiyorsanız size önerebilecek bazı baharatlarımız var. Bugün hemen her marketin baharat bölümünde anason, kakule, kişniş, rezene bulabilirsiniz.
Küçük kaplara doldurup masada yerlerini hazır edin. Tuz ve kırmızı biber gibi onların da her sofranızda yerleri olsun. Küçük miktarda tükeceğiniz bu baharatlar sayesinde yemek sonrası kahveniz bile ağzınızda daha sonra kötü bir tad bırakamayacak.
- Yoğurt: Eğer gün boyunca yağlı ve kötü kokabilecek besinler tükettiyseniz lezzetli bir alternatifiniz var. Günde bir veya iki kere yiyeceğiniz yarım kap yoğurt ağız içerisindeki hidrojen sulfüt kokusunu yok etmeye yardımcı olur. Genelde ağzımızın içini çürük yumurta gibi kokutan da işte hidrojen sülfüttür. Yoğurdunuzu C vitamini açısından yüksek meyvelerle tatlandırabilirsiniz.

Dişlerin bilinmeyen düşmanı!


Asitli içeceklerin yol açtığı ''asit erozyonunun'', yüzyılın en önemli diş sağlığı sorunlarından biri olduğunu bildirildi

İstanbul Üniversitesi Dişhekimliği Fakültesi Diş Hastalıkları ve Tedavisi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Taner Yücel, asitli yiyecek ve içeceklerin yol açtığı ve ''diş sert dokularında görülen aşınmalar'' olarak tanımlanan ''asit erozyonunun'', yüzyılın en önemli diş sağlığı sorunlarından biri olduğunu bildirdi.

YÜZYILIN EN BÜYÜK SORUNU
Taner Yücel, ağız ve diş sağlığını tehdit eden önemli hastalıkların başında gelen diş çürüklerinin, özellikle gelişmiş batı ülkelerinde alınan koruyucu sağlık tedbirleriyle ciddi oranda azaldığını, asit erozyonu vakalarının ise arttığını söyledi.
Asitli yiyecek ve içeceklerin yol açtığı ve diş sert dokularında görülen aşınmalar olarak tanımlanan asit erozyonunun, diş çürüğü ile beraber yüzyılın en önemli diş sağlığı sorunu olduğunu dile getiren Yücel, ''Bunun yanı sıra mide rahatsızlıklarına bağlı olarak meydana gelen reflü sonucu veya efervesanlı ilaç ve vitaminlerin yoğun kullanılması veya ağızda emilerek kullanılan çeşitli pastiller sonucu ağız pH'sı düşerek, diş sert dokularında erozyon meydana gelebilir'' dedi.

DEĞİŞİME NEDEN OLUYOR
Yücel, her yaşta görülebilen asit erozyonunun, ''asitli yiyecek ve içeceklerin dişle teması sonucu diş minesinin yüzeyinin geçici olarak yumuşaması ile ortaya çıktığını'' dile getirerek, ''Zamanla, bu asidik yumuşama, önemli bir aşınmaya ve dolayısıyla da diş minesinin kalınlığının azalmasına yol açabiliyor. Bu da sonuç olarak diş hassasiyetinin artmasına ve daha sonra da dişin dokusu, şekli ve görünümünde değişime neden oluyor'' diye konuştu.

GÜNLÜK HIZLI YAŞAM TEMPOSUNUN ETKİSİ
Bu rahatsızlığın son yıllarda özellikle ön plana çıkmasının nedenini, en başta yemek yeme ve içme alışkanlıklarının değişmesine bağlayan Yücel, şunları kaydetti: ''Günlük hızlı yaşam temposu içerisinde ayak üstü yemeler, bu yiyecekleri yerken kullanılan içecekler, bu içeceklerin içeriklerinde bulunan asit ciddi sorunlar yaratmaya başladı.
Birçok insan dişlerini sabah-akşam florürlü diş macunu ile fırçalayıp, bakteri plağı denilen oluşumu dişleri üzerinden uzaklaştırabilseler de günlük yaşantı içerisinde herhangi bir saat içinde aldıkları asitli yiyecek ve içecekler, bu sert dokularda aşınmalara yol açıyor. Asitli içeceklerin yemek öğünleri arasında tüketilmesi dişlerdeki erozyonu artırır.''

EROZYONUN EN ÖNEMLİ ETKENİ
Prof. Dr. Yücel, ağız boşluğu içerisindeki pH'nın 7 (nötr) civarında olduğunu belirterek, asitli yiyecek ve içecekler tüketildiğinde ağız boşluğu pH'sının düştüğünü, bunun da dişlerdeki erozyonun en önemli etkeni olarak görüldüğünü kaydetti. Yücel, ''Asitli yiyecek ve içeceklerin yol açtığı asit erozyonu, diş çürüğü ile beraber yüzyılın en önemli diş sağlığı sorunu.
Şekerli veya şekersiz tüm asitli içecekler, taze sıkılmış veya hazır meyve suları, bazı meyveler, gaz içeren içecekler ciddi bir şekilde dişlerde erozyona yol açıyor. İçeceklerin şekersiz veya light olması dişlerde meydana gelen erozyonu, sert doku kaybını önlemiyor. Çünkü o içeceğin içerdiği asit önemli'' diye konuştu. Taner Yücel, çay ve kahvenin erozyonda diğer içecekler kadar etkili olmadığını söyledi.

EROZYONUN BELİRTİLERİ
Prof. Dr. Yücel, diş erozyonunun belirtileri hakkında şu bilgileri verdi: ''Ağız boşluğu içerisindeki asidin diş minesini aşındırmaya başlamasıyla önce aşırı hassasiyet ve sonraki aşamalarda, dişlerde sarı lekeler, şeffaflık, diş uçlarında çatlaklar ve daha sonra da aşınmaların devamı ile diş yüzeyinde de çukur alanlar oluşur.
Bireyi en çok rahatsız eden husus ise hassasiyettir. Sıcak veya soğuk yiyecekler ciddi bir şekilde dişte hassasiyete yol açar. Asit erozyonun etkileri hemen ortadan kaldırılamaz. Hastanın erozyonun etyolojisi için diş hekimine gitmesi gerekir. Hastalığın başlarında koruyucu önlemlerle kolayca tedavi edilebilen erozyon, etki ciddi boyutlara ulaşırsa, etkilenen dişlerin şeklinin ve işlevlerinin düzeltilmesi ve korunması için adesif diş tedavisine ihtiyaç duyulur. Diş erozyonu, asitli yiyecek ve içeceklerin tüketiminin yasaklanması ile önlenemez.''


DİŞ FIRÇALAMANIN ÖNEMİ
Prof. Dr. Yücel, diş fırçalamanın ağız hijyeninin korunmasında ve dişlerin çürümesinin önlenmesinde çok önemli olduğunu, ama asitli yiyecek ve içecek tüketiminin hemen ardından diş fırçalamanın erozyonu artıracağını ifade ederek, şunları söyledi: ''Özellikle bu tür içecekleri veya yiyecekleri tüketenler, ağızlarını temiz hissetmek için hemen gidip dişlerini fırçalıyorlar.
Bu, aşınmanın hızlanmasına yol açar. Kişi, bu tür asitli yiyecek ve içecekleri tükettikten sonra ağız ortamının pH'sını yükseltmek için bir yudum su alabilir, nötr bir içecekle ağzını çalkalayabilir. Dişleri, ağız ortamı asitli durumdan kurtulduktan sonra fırçalanması daha doğru olur.''

Beyin gücünüze güç katın!


Zaman zaman yaptıklarınızı ya da yapacaklarınızı hatırlamakta güçlük mü çekiyorsunuz?

Günlük koşuşturma ve stres içinde kimi zaman beyniniz durma noktasına geliyor gibi mi hissediyorsunuz? Uzmanlar, hafıza ve zekâ körelmesinin önüne geçerek beyin gücünü artıracak 10 maddelik bir öneri listesi hazırladı. İşte beyin gücünü artıracak yöntemler;
1- Akıllı ilaçlar: "Modafinil" gibi ilaçlar, beyni 90 saat boyunca uyanık tutuyor. Beynin bir bölgesinden diğerine veri akışını sağlayan kimyasalları artırıyor.
2- Yiyecekler: Protein açısından zengin besinler yarar sağlıyor. Düzenli kahvaltı yapmak da zihinsel performansı artırıyor; gazlı içecekler tam tersi etki yapıyor.
3- Müzik: Özellikle Mozart dinlemenin matematiksel zekâyı artırdığı ve müzik derslerinin, çocukların IQ''sunu yükselttiği belirlendi. Ancak pop müziğin böyle bir etkisi görülmedi.
4- Zihinsel egzersizler: Zor matematik soruları zekâyı keskinleştiriyor. 5 hafta boyunca zihinsel egzersiz yaptırılan çocukların IQ''su 8 puan yükseldi.
5- Hafıza oyunları: İskambil destesindeki her kartı bir karakterle özdeşleştirip tüm karakterlerin yer aldığı bir hikâye yaratarak, 52 kartı sırasıyla hatırlayabilirsiniz.
6- Uyku: 21 saat boyunca uyumamak, beyin üzerinde sarhoşluk gibi bir etki yaratır. 2 saatlik çalışmadan sonra iyi bir gece uykusu uyumak, öğrenmeyi kolaylaştırır.
7- Yürüyüş: Haftada 3 kez yarımşar saat yürüyüş yapmak; öğrenme, konsantrasyon ve mantık gücünü yüzde 15 artırır.
8- Hobiler: Örgü ören, bulmaca çözen yaşlıların Alzheimer gibi hastalıklara yakalanma riskinin daha az olduğu tespit edildi.
9- Konsantrasyon: Bu da beyin için önemli bir egzersiz! Bir iş üzerindeyken, kısa süreli bir dikkat dağılması sonrasında yeniden konsantrasyon sağlamak yaklaşık 15 dakika sürer.
10- Nörolojik tarama: Beyin içindeki hareketliliği gösteren tarayıcılar, beynin aktivitelerini kontrol etmekte de kullanılabilir.

Okul başlayınca migren artıyor!


Migren sadece yetişkinlerin sorunu değil. Anne veya babada migren varsa çocukta da çok küçük yaşlardan itibaren ağrılar başlayabilir.

Migren çocukluk yaşlarından itibaren ortaya çıkabiliyor. Çocuklardaki migren, erişkinlerden farklı olarak iki taraflı görülebiliyor ve sıklıkla baş dönmesiyle de kendini gösterebiliyor. Sıfır yaş grubundan itibaren migrenin çocuklarda görülebildiğini anlatan Anadolu Sağlık Merkezi nöroloji uzmanı Prof. Dr. Mustafa Ertaş, çocuklarda migren ve belirtileriyle ilgili sorularımızı yanıtlamaya devam ediyor.

Migren çocuklarda nasıl ortaya çıkıyor?
Migrenlilerin önemli bir kısmında sorun, çocukluk yaşlarında başlıyor. Ailelere sorduğumuzda çocukların 6 - 7 yaşlarında baş dönmeleri ve karın ağrıları yaşadıklarını, bu çocukların sık sık sebepsiz kustuklarını ya da sebepsiz ağladıklarını öğreniyoruz. Çocuklarda kısa süren baş ağrılarına daha sonra migren teşhisi koyuyoruz.

Peki çocuklarında bu tabloyu gören anne babalar migrenden mi şüphelenmeli?
Mutlaka şüphelenmeli. Hele ki anne babada migren varsa. Örneğin 7 yaşındaki çocuk zaman zaman baş dönmeleri, karın ağrıları yaşıyorsa ve periyodik olarak ayda 3 - 5 kere oluyorsa mutlaka doktora başvurmalılar.

Çocuklarda migrenin tipik özellikleri nelerdir?
Çocukların migreni büyüklerinkine benzemiyor. Yarım saat, bir saatte geçebiliyor. Ayrıca büyüklerde tek taraflı olan migren çocuklarda iki taraflı görülebiliyor. Çocuklarda iki taraflı yaygın olur ama çok şiddetli olmaz. Bazı hastalar ise baş dönmesiyle gelir. Çocuklarda migen en sık sinüzitle karıştırılır.

Çocuklarda nasıl bir tedavi uygulanıyor?
Antideprasan özelliği olmayan bazı migren ilaçlarımız var. Epilepside kullanılan bir ilacı kullanıyoruz örneğin. Ama aileyi baştan uyarmak ve bunun epilepsiyle bir ilgisi olmadığını anlatmak lazım. ''Bu da bir tür epilepsi mi?'' sorusunun kafalarında kalmaması lazım. Epilepsi ilacı demek hem epilepside hem de migrende kullanılıyor anlamına gelir. Örneğin Aspirin de hem ateş düşürür hem kanı sulandırır.

Çocuğun yaşam tarzı ya da yeme içmesiyle ilgili birtakım değişiklikler öneriyor musunuz?
Bazı önlemler alıyoruz. Mesela bazı migren türleri var. Felçi - hemiplejik migren dediğimiz türdeki çocukların top oynamasını yasaklıyoruz. Çünkü bu grup hastaların bir kısmında kafaya top değmesi o hastanın komaya grip ölebilmesine yol açabiliyor.

Standart bir migren tanısı koyduğumuz çocukta verdiğimiz öneriler şunlar; Asla öğün atlanmamalı, uyku düzenli olmalı, hafta içi ve hafta sonunda gece çok geç saatte yatılmamalı ve de aşırı hareketlilikten kaçınılmalı. Çünkü aşırı hareketlilik ve spor, migren için tetikleyici faktörlerden biri. Eğer çocuğun her oyundan ya da yaptığı spordan sonra başı ağrıyorsa ya da baş dönmesi oluyorsa bunu biraz makul ölçüye indirmesi gerekir veya tedaviye daha erken başlanması gerekir.

Bilgisayar ve televizyon ışığı çocuklar için sakıncalı mı?
Işık bazı hastalarda migreni çok tetikleyebiliyor ama bazı hastaları hiç etkilemiyor. Bu ışığın da parlak ışık şeklinde olması lazım. Çok yoğun bir güneş ışığı gibi ya da çok yoğun güneşli bir ortamda gözlüksüz bulunmak gibi.

Kapalı bir ortam, özellikle sigara dumanlı bir ortam çok ciddi bir tetikleyicidir. Onun için çok havasız ortamlarda çok uzun süre kalmak tetikleyebilir.

Sınav stresi ya da sınav dönemleri çocuklarda migreni tetikleyen bir etken olabilir mi?
Kuşkusuz stres çok önemli. Okullar açılınca çocukların migreni artar. Okullar kapandığında ise migrenler azalır.

Stres kadar çocuğun okul döneminde erken kalkıp kahvaltı yapmadan okula gitmesi de migreni tetikler. Bu nedenle migrenli çocuklarda kahvaltı mecbur tutulabilir.

Okul başarısını olumsuz etkiliyor mu?
Aslında okul başarısını etkilemiyor ama migren atakları sık olursa ve çocuk tedavi olmuyorsa ders ve sınavlarından geri kalır. Sınav günü migren atağı olursa sınavda başarısız olur. Ya da migren korkusuyla sınava giriyor. Bu da migreni getirebiliyor.

Migreni tetikleyen faktörler
Açlık
Az ya da fazla uyku
Rüzgar, lodos
Sigara dumanlı ortam
Ağır kokular
Çok parlak ışık
Regl öncesi dönem

Tansiyon ölçmenin püf noktaları!


Tansiyon ölçerken dikkat etmeniz gereken pek çok nokta var. Rahat pozisyonda oturmak, ölçümden 30 dakika önce kahve içmemek bunlardan bazıları.

Tıp fakültesinden mezun olduktan sonra askere, askerlikten sonra da, ihtisas için doğru Almanya’ya gittim. Dahiliye ihtisasına başladığımın ikinci haftası, beni kat doktoru olarak atadı, şefim Dr. Frentzen.

Çiçeği burnunda bir doktor olarak, yabancı bir memlekette çalışmaya başlamış, daha ne olduğumu anlayamadan kat doktoru oluvermiştim. İçimden dua ediyordum, inşallah bugün yeni hasta gelmez, biraz adapte olurum diye.

Beş dakika geçmeden ilk hasta geldi. Yaşlıca bir hanım. Kendini yorgun hissediyormuş, bir kaç gündür de tuvalete çıkamamış.

Hastamın yanına gittim. Yatağın kenarına iliştim, kibar bir hareketle kolunu sıvadım ve tansiyonunu ölçtüm hastamın. 200/95 mmHg, yani alışılmış tabirle 20 ye 9,5. Kendisi tansiyon hastası olmadığını söyledi. Muayenemi bitirdim, doğru şefe gittim, ''Yeni yatan hastanın tansiyonu yüksek, ne ilaç vereyim?'' dedim. ''Şimdi yatan hasta değil mi? Bekle biraz sohbet et, sonra tekrar ölç'' dedi. Bayağı bozuldum, yanlış mı ölçeceğiz yani dedim içimden.

Beyaz gömlek sendromu
Tatlı bir hanımcağız, çocuklarından filan sohbet ettik, tekrar ölçtüm, 130/80 mmHg yani 13 e 8. Çıldıracağım. Bir daha. Aynı. Gittim şefe ''Tansiyon düştü'' dedim. ''Tansiyon düşmedi, kadın normale geldi. Hastane ortamı herkes yabancı, bir de beyaz gömlekli bir adam tansiyon ölçüyor. Sen bunun stresini, heyecanını bir düşünsene'' dedi. ''Buna beyaz gömlek sendromu denir'' diyerek ''Tansiyon ölçerken dikkatli ol hastaların dinlenmesine, kendilerine gelmesine izin ver'' diye devam etti.

İş edindim kendime, her hastanın hemen ilk karşılaştığımda tansiyonunu ölçtüm, bir de benimle 10 - 15 dakikalık sohbetten sonra. Yüksek çıkan tansiyonlar veya şefin lafıyla, strese girenler nasıl da normalleşiyorlardı.
Demek ki tansiyon ölçerken dikkat edilmesi gereken bir şeyler vardı. Bir doktor bile dikkat etmeyince sonuçlar nasıl şaşırtıcı oluyor, bir de kendi kendine tansiyon ölçmesi gereken kişinin bu konuda ne denli yanlışlara açık olacağı ortada.

İdeal olarak tansiyon ölçmeden önce 5 dakika kadar istirahat etmeli, yani yatar veya oturur durumda, 5 dakika kadar beklenmeli.

Gün içinde değerler değişir. Genellikle sabahları uyandıktan sonra en yüksek ve akşamları en düşüktür.Sağ kol ile sol kol arasında 10 - 20 mmHg yani 1 - 2 fark bulunabilir. Bu nedenle her ölçümde, aynı kol kullanılmalıdır.

Sinirli veya heyecanlı durumda, ölçümden önce 15 dakika rahatlamalıdır.
Ölçümden önce en az 30 dakika sigara, çay, kahve içmemeli, yemek yenmemelidir.
Ölçümden önce, buruna sıkılan dekonjestan spreyler gibi, tansiyonu yükseltme ihtimali olan ilaçlar kullanılmamalıdır.

Rahat, gevşemiş bir pozisyonda oturulmalı, konuşmamalı, hareket etmemeli.
Uzun kollu kazak varsa, kazak çıkarılmalıdır. Eğer ince kumaştan yapılmış uzun kollu gömlek giyiliyorsa, tansiyon aleti gömlek üzerinden de takılabilir.
Basıncın ölçüleceği kol, kalp hizasında öne doğru uzatılmalı, dirsekten hafif bükülmeli ve alttan desteklenmeli. Kol boşta kalmamalı.

Manşonun alt ucu, dirsek kıvrımından bir parmak kalınlığı, yani iki santimetre kadar yukarıda olmalıdır.

Tansiyon aletinin manşonu kola iyice sarılmalıdır, boşluk kalmamalıdır.
Alet elektronikse, dinleme kısmı çokluk işaretlidir ve bu işaretin kolun iç kısmına gelmesi, aletin atardamarınızın sinyallerini alması için yeterlidir.
Alet elektronik değilse dirseğinizin iç kısmında elinizle nabzınızı hissedin, stetoskopu oraya koyup elinizle sabit tutun. Stetoskopu aletin altına sıkıştırmayın.
Bulunan değerler bir günlüğe yazılmalı.Hergün, mümkünse aynı saatlerde ve aynı şartlarda tansiyon ölçmek daha yararlıdır.

Bilekten ölçerken...
Elektronik bilek tansiyon aletleri, ölçüm sırasında kalp hizasında olmalıdır. Bunların gelişmişleri kolunuzu tutacağınız seviyeyi gösteriyor. Eğer bu seviye otomatik olarak gösterilmiyorsa, kalp hizasını bulmak için, aleti taktığınız sol kolunuzun parmak uçlarını, sağ omuzunuza değecek şekilde kolunuzu bükerseniz, alet takriben kalp hizasına gelir.
Alet elinizden bir santimetre kadar yukarı takılmalı yani elinizle alet arasında bir santimetre kadar bileğiniz boşta kalmalı. Alet bileğe düzgün ve sıkı bir şekilde takılmalı, sonra hafifçe oynatarak bilek boşluğuna iyice yerleşmesi sağlanmalı.

Hastanede kalma devri bitiyor!


Eskiden olduğu gibi ameliyat sonrası günlerce hastanede yatma devri kapanıyor

Artık günümüzde açık cerrahi yerine kapalı cerrahi tercih ediliyor. Türkiye'de de bu yöntem hızlı bir şekilde yaygınlaşıyor.

Ancak laparoskopik yöntemin uygulanabilmesi için teknik alt yapının olması gerekiyor. Cihazların ve cihaz ekipmanlarının eksiksiz, bununla ilgili yetişmiş olan personel ve yardımcı personelin, cerrahın tecrübeli olması bu ameliyatlarda önemli rol oynuyor. Çünkü kapalı ameliyatın tamamen bir ekip işi olduğu belirtiliyor.

DAHA AZ İZ KALIR
Laparoskopik cerrahi uygulamalarında her şeyden önce karın duvarındaki cilt, kas ve diğer dokulardaki kesikler, açılmalar ve dolayısıyla dikişler olmadığından ameliyattan sonraki ağrı, gerginlik ve dolayısıyla performans düşmeleri belirgin bir şekilde azalmaktadır.
Ayrıca daha iyi kozmetik sonuçlar ve daha az iz oluşumu, daha kısa süre hastanede kalma ihtiyacı, hastaneden taburcu olduktan sonra daha kısa bir süre evde dinlenme gereksinimi büyük avantajlardır.

Bunun dışında açık cerrahideki yara yeri iltihaplanması, kanama, yaranın açılması ve fıtıklaşması gibi karın duvarının kesilerek açılması ve dikilerek kapatılmasından doğan sorunların laparoskopik cerrahide ortaya çıkması çok uzak bir ihtimaldir.

MASRAFI DÜŞÜKTÜR
Ameliyat bazında kullanılan malzeme ve teknolojik cihazlara bağlı operasyonun masrafları belirgin bir şekilde daha yüksektir. Buna karşın ameliyattan sonra hastanın daha az ilaç kullanması, daha kısa süre hastanede kalma gerekliliği ve daha hızlı bir şekilde aktif ve verimli iş hayatına dönmesi nedeniyle çoğunlukla sonuca bakıldığında totelde harcanan para laparoskopik cerrahide daha düşük olmaktadır.

Ayrıca laparoskopik cerrahide genel olarak istatistiklere bakıldığında ameliyat sırasında bazı komplikasyonlar daha yüksek olsa da kullanılan aletlerin gelişmişliği ve cerrahın tecrübesiyle bu durum azaltılabilmektidir.

Uyku düşmanı besinler


Uzmanlar uyku düşmanı besinleri açıkladı. Bir başka araştırma ise tiryakilerin derin uykuya dalamadıklarını ortaya çıkardı

Fasulye, brokoli, karnabahar, çikolata gibi yiyecekler, bazı baharatlar... Uzmanlar uyku düşmanı besinleri açıkladı. Bir başka araştırma ise tiryakilerin derin uykuya dalamadıklarını ortaya çıkardı

Uyku sağlıklı yaşam için şart. "6 ila 8 saatlik iyi bir uyku sadece gözlerinizin parlamasına, cildinizin gerilmesine zihninizin açılmasına neden olmaz aynı zamanda sizi 3 yaş genç gösterir" diyen uzmanlar, uyku kaçıran yiyecekleri sıralayıp bunlardan sakınılmasını istedi. İşte o besinler:
Baharatlar: Sarmısak, acı biber ve öteki baharatlar mide yanması yapabilir.

Büyük porsiyon: Çok yemeğin sindirimi saatler sürer. Bu nedenle akşam değil öğlen yemeklerinde büyük porsiyon tercih edilmeli.

Gaz depoları: Fasulye, brokoli, karnabahar, Brüksel lahanası gibi gaz yapan sebzeler akşamları tüketilmemeli.

Hız ayarı: Lokmalar birbiri ardına hızlı bir şekilde yutulmamalı, bu sırada mideye bolca hava dolar. Bu da şişkinlik yapar.

Alkol: Önce uyuşturur ancak sonra uyku düzenini tamamen bozar.
Kahve: Kafein vücutta 12 saat boyunca kalır. Uyku sorununuz varsa çay, çikolata, kola ve öteki kafein içeren içeceklerden uzak durmalısınız.

Kan vermenin faydaları!


Her yıl yüzlerce insan hastalık ya da kaza sonrası kan bulunamadığı için hayatını kaybediyor.

Buna karşılık, son yıllarda yapılan araştırmalar ülkemizdeki yıllık kan bağışı oranının nüfusun yüzde 1’i kadar olduğunu gösteriyor. Kan bağışı, kan bekleyen kişilerin hayatlarını kurtarmasının yanı sıra kişinin kendi sağlığı açısından da yaşamsal önem taşıyor. Kan bağışında kan hücreleri yenileniyor, bu da daha sağlıklı ve daha güçlü bir vücuda sahip olunmasını sağlıyor.
Memorial Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Laboratuvarlar Koordinatörü Doç. Dr. Kenan Keskin'in verdiği bilgilere göre, kan, tek kaynağı insan olan çok değerli bir ilaç. Yaklaşık kırk yıldan beri kan yerine kullanılabilecek ve bu değerli yaşam iksirinin yerini alabilecek, yapay bir madde elde etmeye yönelik çalışmalar olsa da, bu konuda tatmin edici sonuçlar alınamadı.

Elde edilen, sınırlı kullanım alanı olan bazı yedekler de kullanımlarının pratik olmaması ve çeşitli yan etkileri nedeniyle yaygın olarak kullanılamadı. Tek kaynağının insan olması ve ihtiyaç duyulduğunda yerine kullanılabilecek bir yedeğinin olmaması kanın ve kan bağışlamanın önemini son derecede arttırıyor.

Herkesin Bir Gün Kan Bağışına İhtiyacı Olabilir
Düşünün ki; bir yakınınız hastanede, acil bir girişim yapılması gerekiyor, bunun için de uygun gruptan ve güvenli kan bulunması gerekiyor. Siz hemen kan vermeye hazırsınız, ancak sizin kanınız yakınınıza uygun değil. Aranan kan bulunamadı ve geçen zaman hastanızın aleyhine işliyor, yapılacak ameliyat geciktikçe başarı şansı da azalıyor. Çok sevdiğiniz bir insan (anneniz, babanız, kardeşiniz, eşiniz veya biricik evladınız olabilir) çaresizlik içinde bekliyor ve siz hiçbir şey yapamıyorsunuz.

İşte sağlıklı iken kan bağışlamakla böyle çaresiz bekleyen bir insana ve onun çaresizlik içinde kıvranan sevdiklerine çare olacağınızı düşünmeniz gerekiyor. Kan bağışlamanın bence en büyük yararı, insanın ömründe bir kez olsun bu duyguyu yaşamasıdır.

Ülkemizde Kan Bağışları Yetersiz!
Gelişmiş ülkelerde bir yılda toplam ülke nüfusunun yüzde 3-4 kadar bir kısmı kan bağışlıyor. Bu miktar bağış gerçekleştiğinde, o ülkenin kan ve kan ürünleri ihtiyacı karşılanabiliyor ve hastaneye giden hasta veya yaralıların “kan bulma ya da bulamama” gibi bir derdi olmuyor. Ülkemizde ise yıllık bağış oranı yüzde yüzde 1 civarında.

Ancak şunu unutmamalıyız ki, sağlıklı her insan ömründe 2 kez kan bağışlasa bu nedenle sağlıklığına zarar gelmez, buna karşılık kan bulunamaması nedeniyle hasta veya hasta yakınları zor durumda kalmaz.

Evimizi, arabamızı ve değerli şeylerimizi sigorta ettirerek, onlara gelebilecek zararları hissetmemek için yıllık olarak belli bir miktar paramızı bu iş için ayırmaktayız. Acaba sağlığımıza gelebilecek bir zarar halinde (bir kaza veya hastalık) kendimizi güvende hissetmemiz daha mı az önemli? Kesinlikle hayır. Böyle bir durumda çok paramız olması bile işimize yaramayacaktır. O halde bu konuda herkesin, üzerine düşeni yapması gereklidir.

Kimler Kan Bağışında Bulunabilir?
18-65 Yaş arasında, ağırlığı 50 kilogramın üzerinde, önemli bir sağlık sorunu olmayan, hemoglobin ölçümü normal olan herkes (en sık 2 ay ara ile) yılda dört kez kan bağışında bulunabilir.

Kan Vermenin Başlıca Faydaları
· Kan verince kan yapan organlar uyarılır ve kan yapmaya sevk edilir.
· Kan hücreleri yenilenir.
· İnsan psikolojik olarak rahatlar, kendini huzurlu hisseder.
· Daha sonra kendisine kan verilmesi gerektiğinde bunu yapacak insanların çıkacağını düşünerek güven duyar.
· Her kan bağışlayana kan grubu, kan sayımı ve kan yoluyla bulaşan hastalıklarla ilgili tarama testleri uygulanır, bu da bir yarar olarak düşünülebilir.
· Gönüllü bağışçılardan alınan kan, güvenli kan olduğundan kan yoluyla hastalık bulaşması da daha az olur. Sonuç olarak gönüllü bağışçıların sayısının artması, toplumun sağlık düzeyi üzerine olumlu etki yapar.
Kan Bağışlamak İsteyen Gönüllülere Yapılan İşlemler Neler?
· Öncelikle donör adaylarına bir “donör değerlendirme formu” verilerek bunu dikkatlice, doğru ve samimi cevaplar vererek doldurmaları ve altını imzalamaları istenir.
· Formu doldurup, verdiklerinde bu form ilgili görevliler tarafından incelenir ve donör adayı ile yüz yüze, kısa bir görüşme yapılır. Bu görüşmede bazı sorular ve verilen cevaplar hakkında açıklama yapılmakta ve yanlış anlaşılmalar varsa düzeltilmektedir.
· Bu aşamada kan vericisi olmaya engel teşkil eden herhangi bir sorun yoksa fizik muayene (boy, kilo, tansiyon, nabız ölçümü ve gözle muayene) yapılır.
· Bu aşamada da bir sorunla karşılaşılmadıysa o zaman yapılacak testler için tüpe kan alınır. Alınan kan örneğinde kan sayımı ve diğer bazı testler yapılır.
· Eğer testler sonunda kan alınmasına engel bir sonuçla karşılaşılırsa, bu konuyla ilgili olarak donör adayına yazılı bir bilgilendirme yapılır.
· Kanda yapılan testlerde de engel bir durum tespit edilmezse bağışçı adayı kan alınmak üzere donör yatağına alınır ve bir ünite kan alınır. Kan alma işlemi 15 dakikadan daha az sürer.
· Kan alımı sonrasında 10-15 dakikalık bir gözlem süresi vardır. Bu arada bağışçılara yiyecek ve içecek ikramı yapılır.

Tiryakileri uyku tutmuyor!


Tiryakilerin uyurken beyin faaliyetlerine bakan bilim adamları, içicilerin derin uykuya daldıkları sürenin içmeyenlerden daha az olduğunu belirlediler. Bilim adamları, bir nevi uyarıcı olduğu için nikotinin uykuya dalmayı da zorlaştırdığını söylediler.

John Hopkins Üniversitesi Tıp Okulu'ndan Dr. Nareş Purjabi'nin başkanlığındaki ekip, sigarayla bağlantılı bir rahatsızlıkları bulunmayan orta yaştaki 40 kişinin uyku durumlarını, aynı sayıdaki içmeyenlerle karşılaştırdı.

Uyku esnasında beynin elektriksel faaliyetlerini ölçmek için denekler evlerinde EEG makinelerine bağlandı. Sonuçta içicilerin derin uyku sürelerinin daha az olduğu, daha ziyade hafif bir uyku çektikleri tespit edildi.

On beş bin kişiye sigarayı bıraktıran iksir!


'Bırakamadık şu zıkkımı gitti' deyip derin bir nefes çektiğiniz sigarayla vedalaşmaya hazır olun... Emekli binbaşı Özkan Tunaboylu, üç yılda 15 bin kişiyesigarayı bıraktırdığını iddia ediyor. Peki ama nasıl?

Uşaklı emekli binbaşı Özkan Tunaboylu, icat ettiği sigara tiksindirici ile üç yılda 15 bini geçkin kişiye sigarayı bıraktırdığını iddia etti. Amerika, Rusya, Fransa, Hollanda, Almanya, Avusturya ve Belçika'ya tiksindirici ihraç ettiğini ifade eden Tunaboylu, Türk ve Rusya sağlık bakanlıklarının tiksindiriciyi incelemeye aldığını ifade etti.Amerika, Rusya, Fransa, Hollanda, Almanya, Avusturya ve Belçika'ya tiksindirici ihraç ettiğini ifade eden Tunaboylu, Türk ve Rusya sağlık bakanlıklarının tiksindiriciyi incelemeye aldığını ifade etti.

İki buçuk yaşındayken babasını sigaradan kaybeden Tunaboylu, yetim büyüdüğü için baba hasretiyle yanıp tutuşmuş. Askerlik hayatı boyunca günde üç paket sigara içen Tunaboylu, şifalı bitkiler üzerinde çalışırken 'Tek Umut' adını verdiği sigara tiksindiricisini icat etmiş. Tiksindirici sayesinde önce kendisi sigarayı bırakan Tunaboylu, patent ve ruhsatını aldığı bu karışımı ticarî hale getirmiş. 50 yıllık tiryakilere bile sigara bıraktırdığını iddia eden Özkan Tunaboylu, üç yılda 15 bini geçkin kişiye sigarayı bıraktırdığını savunuyor.

Rusya Sağlık Bakanlığı'nın ihraç çalışmaları için dostları aracılığıyla teklif getirdiğini belirten Tunaboylu, Türkiye'nin dört bir yanından sipariş aldığını ifade etti. 67 yaşındaki emekli binbaşı, bitkisel karışımı üretmek için 40 yıl çalıştığını, bütün dünya insanını tiksindirici ile buluşturarak sigaradan kurtarmak istediğini söyledi. Tunaboylu, tiksindiricinin kullanımı hakkında şu bilgileri verdi: "Yedi gün boyunca her sigara içmek istendiğinde şişe içindeki tiksindiriciden bir çay kaşığının dörtte biri kadar ağıza alınıyor. Yedi gün sonunda sigara gargarası yapılarak sigaradan tiksiniliyor. Böylece insanlar ömür boyu sigarayı terk ediyor."

27 yıllık sigara tiryakisi olan hakim Faruk Ceyhan, tiksindirici sayesinde bir yıldan beri sigara kullanmadığını söyledi. Her gün üç paket sigara tükettiğini ifade eden hakim Ceyhan, geçen yıl bir arkadaşının önerisiyle buluştuğu Tek Umut sigara tiksindiriciyi yedi gün kullandıktan sonra bir daha içmediğini dile getirdi.

Yüksek tansiyon ilaçları parkinsona umut oldu


İsviçreli bilim adamlarının yaptığı araştırma, damar büzülmesini azaltan ilaçlarla uzun süre tedavi olan yüksek tansiyon hastalarının, ellerde titreme, hareketlerde yavaşlamayla beliren sinir sistemi hastalığı Parkinson'a yakalanma riskinin, bu tür ilaçları kullanmayanlara göre yüzde 28 düşük olduğunu ortaya koydu.

İngiltere'de 40 yaşın üzerinde 7 bin erkek ve kadını inceleyen Bale Üniversitesi'nden Christoph Meier ve ekibi, bu tür yüksek tansiyon ilaçlarının, kalsiyumun kalp hücreleri ve kan damarlarına girmesini engelleyerek kan basıncını düşürdüğünü, bunun da kan damarlarının genişlemesini ve kalbin en az düzeyde kasılmasını sağladığını belirtti. Aynı etki diğer yüksek tansiyon ilaçlarında görülmedi.

Amerikan Nöroloji Akademisinin "Neurology" dergisinde yayımlanan araştırmada, yüksek tansiyon ilaçları Dilacor, Adalat, Cardazem, Procardia ve Covera'nın etkileri incelendi.

Hastalıklara 7 su formülü!


Su yaşam kaynağımız... Sağlıklı ve zinde bir yaşam sürmek için tüm doktorların tavsiyesi bol bol su içmemiz. Ancak suyun faydalarından yararlanmak için içmek dışında da yapabileceğimiz şeyler var... Sıcak ve soğuk su kullanarak yapabileceğimiz özel terapiler, bazı rahatsızlıkların üstesinden gelmemize de yardımcı olabilir. Tansiyon düşüklüğü, sırt ve baş ağrıları, regl sancıları bu rahatsızlıklardan bazıları.... Bunun için size gerekense sadece biraz su!

DÜŞÜK TANSİYON
Düşük tansiyon sorununun hakkından gelmek için kan dolaşımını hızlandırmak gerekiyor. İşte bunun için bir önerİ: İki kovaya ihtiyacınız olacak. Birini 36-38 derece arasında suyla, diğerini ise mümkün olduğu kadar soğuk suyla doldurun. İkini kovadaki su ne kadar soğuk olursa o kadar iyi unutmayın.

Önce 5 dakika boyunca kollarınızı tamamen sıcak kovaya sokun. Sonra 10-20 saniye soğuk suya daldırın. Bütün bu işlemi baştan sona bir kez daha tekrarlayın. Suyu kollarınızdan akıtın ama kurulamayın. Şimdi olduğunuz yerde hafif koşu yapın. Tekrar ısınana kadar hareket etmelisiniz.

SIRT AĞRILARI İÇİN
Gerginlikler, duruş bozuklukları sırt ağrılarına sebep olabiliyor. İşte bundan kurtulmak için iyi bir öneri:Tek başınıza da yapabilirsiniz belki ama partnerinizden yardım istemek işinizi kolaylaştıracak. Küvetin içine koyacağınız bir tabureye dik biçimde oturun ve duşu açın.
Suyu sırtınıza gelecek biçimde ayarlayın. Sıcaklık önceleri 33 derece olabilir. Sonra yavaş yavaş artırın. 42 dereceye kadar çıkabilirsiniz. Süre, 5-10 dakika olmalı. Cildinizdeki kan dolaşımı iyice hızlanmalı. Bunu derinizin pembeleşmiş görüntüsünden anlayabilirsiniz. Daha sonra kurulanın ve yarım saat yatakta dinlenin. Bacaklarınızın altına yastıktan bir yükselti koyarsanız daha da rahat edersiniz. Bunu her gün tekrarlayabilirsiniz.

SOĞUK ALGINLIĞI BAŞLANGICI
Sesiniz gitmiş, boğazınız batıyor, gözleriniz yaşarmaya başladı. Soğukalgınlığının ilk belirtileri… Hemen ayaklarınıza sıcak su banyosu yapmalısınız. Çünkü büyük ihtimalle üşütmek üzeresiniz. Sıcak su hem ayaklarınıza iyi gelecek hem de virüslerin vücudunuza yerleşmesini önleyecek.
Kovayı 33 derece sıcaklıkta suyla doldurun. Bacaklarınızı dizlerinize kadar içine daldırın. 15-20 dakika boyunca 39 derecede, daha sonra 42 derecede tutun. Daha sonra kurulayın ve 15-30 dakika kadar yatakta dinlenin. Bu süreci soğukalgınlığı belirtileri kaybolana dek her akşam aksatmadan uygulayın.

REGL SANCISI İÇİN
Regl sancılarında sıcak-nemli bir bezi direkt deriye temas ettirmek dokuya ve organlarınıza iyi gelecek. Çok kolay ve kullanışlı bir tarif veriyoruz sizlere. Sekiz kez katladığınız bir keten bezi kaynar suya koyun.
Daha sonra üzerine bir havlu sarın ve sıkın. Bu işlemi dikkatlice yapın ve kontrol edin; deriniz yanmasın. Sonra bu havlu yumağını karnınıza koyun. Üzerine yün bir bezi iyice sarın. Böylece kalabildiğiniz sürece kalın. Bu işlem diğer karın kramplarına ve ağrılara da iyi gelecek.

SİNİRLİYSENİZ
Bütün gününüz inanılmaz stresli geçti. O halde hemen küveti sıcak suyla doldurup girin.Sinirlilik halini gidermenin en iyi yolu sıcak suyla dolu bir küvet! Böylece damarlarınız genişleyecek, kan akışınız yoluna girecek ve bedeniniz sakinleşecek. Suyun dinginleştirici etkisi beyninize de iyi gelecek. Küveti dörtte üç oranında sıcak suyla doldurun. En az 10, en çok 15 dakika küvette kalın. Suyun içine damlatacağınız birkaç damla lavanta esansı daha da iyi gevşemenizi sağlayacak. Şimdi yavaşça kalkın. Ilık suyla bir kez daha duş alın ve kurulanıp en az 20 dakika karanlık bir odada uzanın.

BAŞ AĞRISI İÇİN
Ağrı kesiciler mutlaka işe yarar ama yüzünüze soğuk bir duş yapmak hem yan etkisiz hem de oldukça etkili.

Soğuk su başınızdaki gerginliği alacak. Duş başlığını öyle bir ayarlayın ki, bolca su gelsin. Eğer olmuyorsa duşun kafasını çıkarın. Hortum kısmından daha çok su gelir böylece. Şimdi omzunuza bir havlu alın ve küvete eğilin. Soğuk suyu önce alnınızdan sonra yüzünüzün sol tarafından akıtın. Aşağı yukarı hareketlerle sağa ve sola doğru işlemi devam ettirin. Son olarak soğuk suyla yüzünüzde 3 kez dairesel hareket yapın. Bu işlem migrene de iyi geliyor.

UYKU BOZUKLUKLARI
Yün ve keten çoraplarla ıslak çorap terapisini mutlaka deneyin. Bunun için dizin bir karış altında biten bir çift keten çoraba ihtiyacınız olacak. Bir çift de yünlü çoraba. Önce ketenli çoraplarınızı soğuk suya daldırın. İyice sıkın ve sıcak ayaklarınızın üzerine giyin! Bunun üzerine yünlü çorabınızı geçirin. Bu ıslak çoraplarla mümkün olabildiğince kalın.

Sıcak suyun içine girmek ve kendinizi tamamen suya bırakmak rahatlamanın en muhteşem yolu. Bu işlem ayrıca, regl öncesi yaşanan PMS sendromuna karşı da etkili.

Kalp-damar hastalıklarında bölgesel farklılıklar


Avrupa’da kalp-damar hastalıklarından ölüm oranında önemli ulusal ve bölgesel farklar görüldüğü, Kuzey ve Doğu Avrupa’daki birçok ülkede ölümlerin diğer bölgelere göre 7-14 kat fazla olduğu ortaya çıktı.

Avrupa Kalp Dergisi’nde (European Heart Journal) yayımlanan araştırmaya göre, kalp krizinden ölümlere en fazla Orta ve Doğu Avrupa’da rastlanırken, ölümlerin en az olduğu ülkeler Fransa, Portekiz, İtalya ve İspanya olarak sıralanıyor.

Almanya, İngiltere ve Polonya’daysa bölgeden bölgeye önemli farklılıklar görülüyor. Felce bağlı ölüm oranlarındaysa farklı bir tablo ortaya çıkıyor.

45-74 yaşındakileri inceleyen bilim adamlarına göre, felce bağlı ölüm oranının az olduğu bölge Batı Avrupa, en az olduğu ülkelerse İsviçre, Fransa, Norveç ve İspanya. Yunanistan, Portekiz ve İspanya ile İtalya’nın bazı bölgeleri ile Orta ve Doğu Avrupa ise bu oranın en fazla olduğu bölgeler.

İtalya, İspanya, Portekiz ve İngiltere’de bölgesel farklılar da önemli oranda. Bu çeşitliliğe neden olan bazı risk faktörlerinin sosyo-ekonomik durum (gelir ve statü), psikososyal nedenler (stres, depresyon), yüksek tansiyon, kandaki yağ yüksekliği, aşırı kilo gibi klasik nedenler, hareket, beslenme biçimi ve tütün kullanımı gibi yaşam tarzı.

Araştırmaya imza atanlardan Dr Müller-Nordhorn, daha önceki araştırmalara göre yapılan sınıflandırmadan farklı olarak, son yıllarda Batı Avrupa’nın birçok ülkesinde kalp-damar hastalıklarından ölümlerin sürekli olarak azaldığını vurguladı ve Batı Avrupa’daki ülkeleri düşük riskli, Orta ve Doğu Avrupa’daki ülkeleri yüksek riskli olarak sınıflandırmanın daha doğru olduğunu belirtti.

Şişmanlığın ve zayıflığın suçlusu bulundu!


Beynin susuzluk, zevk, acı ve kızgınlık gibi duygularından sorumlu bölümündeki hücre bozuklukları aşırı şişmanlığın sorumlusu olarak gösteriliyor.

Yapılan bir araştırma, aşırı kilo alma eğilimi gösteren farelerin iştahı kontrol etmekte anahtar rol oynayan beyinlerinin bazı bölümlerinde, aşırı kilolu olmayan farelerinkine göre anormallikler olduğunu gösterdi.

Aşırı kilolu farelerde beynin açlık, susuzluk, zevk, acı ve kızgınlık gibi duyguların işlevlerinden sorumlu olan bölümü hipotalamustaki bir grup hücrede bozukluklar olduğunu gören bilim adamları, bu bozuklukların aşırı kilolu farelerin beyninin, açlık hissini ortadan kaldıran ve vücuttaki yağları düzenleyen leptin hormonuna daha az tepki vermesine neden olduğunu belirttiler.

Güney Kaliforniya Üniversitesiínden Sebastien Bouret ve ekibi, bu hayvanların sinirsel gelişimindeki farklılıkların doğumun ilk haftasından itibaren gözlenebileceğini belirtti.

Küresel ısınma hastalık dönemini de değiştirdi


Kürüsel ısınma nedeniyle mevsimlerin kayması ile birlikte hastalıkların da yeri ve zamanı değişiyor.

Özel Divan Hayat Hastanesi Başhekimi Dr. Muhsin Tezcan, kürüsel ısınma nedeniyle dünya dengesinin bozulduğunu, mevsimlerin kayması ile birlikte hastalıkların da yeri ve zamanının değiştiğini söyledi.

Dr. Tezcan, küresel ısınmanın her yönü ile dengeleri değiştirdiğinin kaçınılmaz bir gerçek olduğunu belirtti. Tezcan, küresel ısınmanın halkın çok duyduğu, ancak içeriği hakkında fazla bilgi sahibi olmadığı bir konu olduğunu belirterek

"Küresel ısınma bir, iki yıl içinde gerçekleşen bir hadise değildir. Bu yüzyıllarla ifade edilen bir süreçte dünyanın iki veya üç derecelik bir ısı artışı şeklinde ifade edilebilir. Evrenin oluş zamanına bakıldığında ise bu ısı artışının son yüzyılda çok hızlı bir değişken olduğunu söyleyebiliriz" dedi.

Daha çok atmosfer ve sera etkisi gazlardan dolayı ısı değişikliği yaşandığını ifade eden Dr. Muhsin Tezcan, endüstri arttıkça daha fazla kullanılan gazların küresel ısınmayı tetiklediğini söyledi.
Dr. Tezcan, "Bu sera gazı dediğimiz endüstriyel atıklar, nükleer enerjiler,soğutucular, klima sistemleri gibi endüstri arttıkça, kullandığı klora flora karbon gibi gazlar, atmosfere yayıldıkça, atmosferimizin güneşten gelen hem zararlı ışınları süzme, hem de geri kaçan ısıyı tutmadaki dengesini bozmakla küresel ısınma oluşuyor. Küresel ısınma, mevsimlerin zamanlama geçişleri sürelerini artık değiştirmeye başladı. Kış geç gelmeye, bahar ayları daha kısa yaşanmaya başladı. Mevsimsel hastalıklar da bu süreç içerisinde yer değiştirdi.
Çünkü daha önce bildiğimiz gibi alerjik rinit dediğimiz hastalıklar, grip nezle türü üst solunum yolu enfeksiyonu hastalıkları, geçiş dönemi yani bahar veya sonbahar hastalıklarıdır. Yaz aylarında bu salgın beklenmez, ama ilkbahar ve sonbahar ayları bu hastalığın arttığı dönemdir. Küresel ısınma ile birlikte mevsimlerin de kayması ve bahar aylarının kısalmasından kaynaklanan bu hastalıkların yeri ve zamanı da kaymaya başladı.

Şuan mesela kışın ortasındayız ve ciddi miktarda gribal enfeksiyonlar, üst solunum yolu enfeksiyonları, alerjik rinitler bile hala bu dönemde ciddi bir şekilde aktif haldedir. Küresel ısınma mevsimler üzerinden kaynaklanan değişikliklerle hastalıkların zamanını ve mevsimini de değiştirmektedir. Bu hastalıkların mevsim kayışına paralel olarak yer değiştiği görülmektedir. Salgınların zamanının değiştiğini görmekteyiz" şeklinde konuştu.

Küresel ısınmanın sadece mevsimsel hastalıklarla sınırlı olmadığını vurgulayan Dr. Muhsin Tezcan, değişen dünyamızda endüstriyel kuruluşlarla birlikte kanser ve diğer hastalıkların da arttığını söyledi. Dr. Tezcan,

"Küresel ısınma, dünya atmosferine bırakılan kimyasal gazlar, fabrika atıkları ve bir çok atık gazların meydana getirdiği bir hadisedir. Bunu sadece mevsimsel hastalıklarla sınırlamak doğru değildir. Değişen bu dünyamızda endüstriyel kuruluşlarla birlikte, bu gazlardan dolayı kanser ve diğer hastalıklarda da artış mevcuttur. Hormon konusu, sentetik madde konuları, kimyasal maddelerin ve endüstriye bağlı akciğer kanserleri, bu küresel ısınmanın sekonderi olarak da düşünebileceğimiz konulardır" dedi.

Eğitimli annelerin bebeği şanslı


Öğrenim durumunun bebeklerde ölüm oranını etkileyen önemli faktörler arasında yer aldığı, eğitimsiz kadınların yüzde 32,5'inin çocuğu ölürken, ilköğretim ve üzeri eğitim almış kadınlarda bu oranın yüzde 1,9 olduğu bildirildi.

Bakım Derneği Başkanı Prof. Dr. Metin Karaböcüoğlu, AA muhabirine yaptığı açıklamada, ülke nüfusunun üçte birinden fazlasını 0-18 yaş grubu çocukların oluşturduğunu belirterek, her yıl 1 milyon 358 bin bebeğin doğduğunu, ancak her bin bebekten 28'inin 1 yaşına ulaşmadan hayatını kaybettiğini söyledi.

Türkiye'de, çocuk ölüm hızı olarak ifade edilen 5 yaş altı ölüm hızının binde 37 olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Karaböcüoğlu, 1 yaş altı ölümlerin yüzde 66'sını ilk 1 ay içindeki bebek ölümlerinin oluşturduğunu ifade etti.

Prof. Dr. Karaböcüoğlu, çocuklarda 1 ay içindeki ölümlerin yüzde 52'sinin ilk günde meydana geldiğini, 1 ay ve 1 yaş arasındaki ölümlerin ise daha çok çevresel faktörler, beslenme ve bakım ile ilgili aksaklıklardan kaynaklandığını kaydetti.

Avrupa'da ölüm oranının en az olduğu ülkenin İsveç, Dünya'da ise Japonya olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Karaböcüoğlu, Türkiye'deki 5 yaş altı çocuk ölümlerinin yüzde 42'sinin doğum travması, güç doğum, uygunsuz ortamda ve yetersiz yardım nedeniyle beynin oksijensiz kalması veya yetersiz oksijen almasına bağlı sorunlardan, yüzde 16'sının doğumsal anomalilerden, yüzde 14'ünün diğer enfeksiyon hastalıklarından, yüzde 7'sinin zatürre, yüzde 5'inin kalp hastalıkları, yüzde 3'ünün ishal ve yüzde 13'ünün de diğer hastalıklar ve kazalardan kaynaklandığını söyledi.
Bebek ölüm hızının kırsal kesimde kentlere göre daha yüksek olduğunu anlatan Prof. Dr. Metin Karaböcüoğlu, şunları söyledi:
''Annenin yaşı 18'den küçük veya 35'den büyük ise bebeğinin ölüm riski yüksek. Doğurganlık arttıkça ölüm oranı da artıyor. Öğrenim durumu ölüm oranını etkileyen önemli faktörler arasında yer alıyor. Öğrenimi olmayan kadınların yüzde 32,5'inin çocuğu ölürken, ilköğretim ve üzeri eğitim almış kadınlarda bu oran yüzde 1,9. Annenin gebelik sırasında sağlık birimlerinde izlenmesi, eğitilmesi ve doğumun sağlık birimlerinde gerçekleşmesi bebek ölüm oranını belirgin olarak düşürür.

Bebek ölüm hızını gelişmiş ülkeler düzeyine getirebilmek için, kız çocukların eğitimden daha fazla faydalanmaları sağlanmalı. Kız çocuklarına özellikle ergenlik döneminde verilecek eğitimlerle evlenme yaşı büyütülmeli, doğurganlık hızı azaltılmalı. Gebelikte her anne adayının birinci basamak sağlık hizmetlerinden yararlanması, annelik konusunda eğitilmesi, beslenme durumlarının iyileştirilmesi, eksik aşılarının özellikle tetanos aşılamalarının tamamlanması ve doğumun sağlık birimlerinde gerçekleşmesinin sağlanması gerekli.''

-''HER ŞEY ÇOCUKLAR İÇİN''-
Prof. Dr. Karaböcüoğlu, çocuklarda ölüm oranının azaltılması için anne-çocuk sağlığı ve aile planlaması konusunda hizmet kalitesinin arttırılması ve tüm çocukların aşılanmasının sağlanması gerektiğini söyledi.

Annelere, her bebeğin ilk 6 ayda sadece anne sütü ile beslenmesinin öğretilmesi ve bu konuda desteklenmesi gerektiğini vurgulayan Prof. Dr. Karaböcüoğlu, şunları söyledi:
''Annelere 6'ncı aydan sonra ek besinlere geçerken gıdaların hazırlanması, saklanması konusunda eğitimlere önem verilmeli. Böylece 5 yaş altı çocuklarda kötü ve yetersiz beslenmeye bağlı sağlık sorunları önlenebilir, boy kısalıklarında belirgin azalma sağlanabilir. Ayrıca temiz su kaynaklarından herkesin yaralanabilmesi, kanalizasyon sorununun çözülmesi ve ishal konusunda annelerin eğitimi ile halen ölüm nedenleri içinde yer alan ishallerden ölüm azaltılabilir. Ülkemizde son 20 yılda sağlık alanında pek çok gelişme yaşandı, ancak halen yapacak çok iş var.''
Prof. Dr. Karaböcüoğlu, çocuklarda ölüm oranlarını ve sakatlanmaları azaltmanın bir diğer yolunun ise çocuk yoğun bakım üniteleri kurmak ve bu konuda çalışacak hekimler yetiştirmek olduğunu söyledi.