Hacettepe Üniversitesi (HÜ) Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Perihan Arslan, "Yapılan araştırmalar, hafta sonları gençlerin yüzde 70'inin alışveriş merkezlerindeki fast food gıdalarla beslendiğini ortaya koyuyor" dedi.Arslan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, obezite sorununun her geçen yıl arttığını, yanlış beslenme ve fiziksel aktivitenin azlığı gibi etkenlerin kiloya neden olduğunu söyledi.Genetik özelliklerin de kiloda önemli bir etkisinin olduğuna dikkati çeken Arslan, "Obezitede genetik özellikler tabanca ise çevresel faktörler de o tabancayı çeken tetiktir" diye konuştu.Obezitenin çocuk ve gençleri tehdit ettiğini vurgulayan Arslan, sözlerini şöyle sürdürdü:"Türkiye'de çocuklardaki obezite oranı son 20 yılda yüzde 5'ten yüzde 15'e yükseldi. Yanlış beslenme ve aktivite azlığı bunda önemli bir etken. Uluslararası dergilerde yayınlanan verilere göre, 1972'de 7 bin 500 olan fast food restoranlarının sayısı 1997'den sonra 200 binlerin üzerine çıktı. Bugün rakamlar daha da yüksek. Özellikle alışveriş merkezlerinin üst katlarında bulunan ve fast food tarzı yiyecekler satan mekanlar, sosyal bir ortam sağladığı için gençler tarafından tercih ediliyor. Yapılan araştırmalar, hafta sonları gençlerin yüzde 70'inin buralarda yemek yediğini ve haftada 2 kez fast food türü yiyeceklerle beslendiğini gösteriyor. Buralara harcanan para, yılda 5.2 milyar dolar. Haftada 2 kez bu tür yiyecekleri tüketmek ise 15 yılda 4.5-5 kilo alınmasına neden olabiliyor."Demir, kalsiyum, vitamin, folik asit açısından fakir, yağ, enerji, kolestrol, tuz ve basit karbonhidrat bakımından zengin fast food yiyeceklerin obeziteyi tetiklediğini ifade eden Arslan, kolay erişilebilirlik, lezzet ve reklamların gençleri ve çocukları bu yiyeceklere yönlendirdiğini vurguladı."Televizyon ve bilgisayar obezite riskini artırıyor"Çocukların günde en az 2 saati televizyon karşısında geçirdiklerini kaydeden Arslan, "Bu sırada hiçbir şey yemeseler bile harcayamadıkları enerji miktarı 167 kalori. Bir de kek, şekerleme, cips yediklerini düşünürsek bunlardan alacakları enerji en az 50-100 kalori" diye konuştu.Günde 2 saat kesintisiz televizyon izleyen ya da bilgisayar oynayan çocukların fazladan 40 gram alma olasılığı bulunduğunu ifade eden Arslan, gençlerin spora yöneltilmesi ve doğru beslenme konusunda bilinçlendirilmesi gerektiğini kaydetti.Obezitenin özellikle büyükşehirlerde yaşayanlar için ciddi bir tehlike haline geldiğini vurgulayan Arslan, dünya sağlık örgütünün, yiyeceklerin üzerine "şişmanlatır" ya da "yüksek kalorili ürün" ibaresinin konulması, porsiyonların küçültülmesi gibi önlemler almayı planladığını bildirdi.
Ücretsiz AIDS Testi
Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Hastanesi kan bağışı yapana ücretsiz AIDS testi yapıyor
Kan Merkezi Ünitesi Birim Sorumlusu Uzm. Rahim Kocabaş, “Hem öğretim üyelerimiz hem de öğrencilerimiz bundan böyle bulundukları kampus sahalarında kan bağışı yapabilirler.” dedi. Kan bağışçılarının ücretsiz olarak AIDS, Hepatit B, Hepatit C, Sifilis ve kan grubu taramasına tabi tutulduğu bildirildi. Bilgisiyar sistemi ile çalışıyorHer iki kampuste bulunan öğretim görevlileri ile öğrencilerden kan bağışı için sürekli talep geldiğini bu nedenle iki ayrı noktada ‘Kan Bağış Ünitesi’ açtıklarını belirten Kocabaş, ”Öncelikle merkezimize başvuran bağışçıları, kan vermeye elverişli olup olmadığını tespit etmek amacıyla donör testine tabi tutuyoruz. Vericiler sağlıklı çıkar ise 500 cc’lik kan alıyoruz. Her iki ünitemizde de dönor koltuğunun yanı sıra otomatik kan çalkalama cihazımız mevcut. Bilgisayar sistemi ile çalışan ünitelerimiz, tam anlamıyla hizmet vermeye başladı. Hem öğretim üyelerimiz hem de öğrencilerimiz bundan böyle bulundukları kampus sahalarında kan bağışı yapabilirler.” dedi. Kan bağışçılarını ücretsiz teste de tabi tuttuklarını belirten Uzm. Kocabaş, “Kan veren herkes AIDS, Hepatit B, Hepatit C ve Sifilis kan grubu taramasından ücretsiz olarak yararlanıyor. Sağlıklı olduğunu düşünen birçok kişi hasta veya taşıyıcı olduğunu bazen ilk kez kan bağışı yapacağı sırada öğreniyor. Bu açıdan da düşünüldüğünde kan bağışının faydası tartışılmaz. Bunun yanısıra kan bağışı kalp krizi riskini azaltıyor, kandaki yüksek yağ oranını düşürüyor, kemik iliğinin yağlanmasını önleyip, kan yapımını sürekli canlı tutuyor, yeni kan hücrelerinin hızlı bir şekilde dolaşıma katılmasına yardımcı oluyor.” diye konuştu. Kan bağışı ile bilinmesi gerekenler18 - 65 yaşları arasında olan her sağlıklı kişi kan verebilir. Erkekler, en sık 2 ayda bir, kadınlar ise en sık 3 ayda bir olmak üzere ve yılda toplam 4 üniteyi geçmemek koşuluyla kan verebilirler. Bağışlanan kan standart olarak 500 cc’dir. İnsan vücudunda toplam 5000-6000 cc kan olduğu düşünülürse, bu miktar, toplam kan hacminin sadece % 7,5 - 9'u kadardır. Kan bağışını takiben, eksilen sıvı hacmi, damar dışındaki sıvının, damar içine geçmesiyle saatler içerisinde karşılanır. Hücrelerin yenilenmesi süreci ise, 2 ay kadardır. Düzenli aralıklarla yapılan kan bağışının sağlık açısından herhangi bir sakıncası olmadığı gibi, aksine birçok yararı mevcuttur. Kansızlık (Anemi), elbetteki kan bağışı için engeldir. Günlük yaşamın olağan sayılabilecek ve çoğunlukla psikolojik kaynaklı olan halsizlik, bitkinlik gibi durumlar, anemi olarak algılanmamalıdır. Anemi tanısı, kan testleriyle yapılmaktadır. Kan bağışı için kriter hemoglobin değeridir. Kan torbaları, tek kullanımlık ve steril olarak imal edilmektedir. Bu sebeple, kan bağışı sırasında donöre herhangi bir hastalık bulaştırılması söz konusu değildir. Kan bağışının, kilo aldırma, zayıflatma, halsiz bırakma, kaşıntı ve bağımlılık gibi yan etkileri yoktur. Almış olduğunuz ilaçlar, kanınıza geçmektedir. Bu ilaçlardan bazıları kan bağışı yapmaya engel teşkil eder. Kan bağışından önce, eğer sağlığınız açısından mecbur değilseniz, ilaç almayınız. Almak durumundaysanız, kan verip veremeyeceğinizi kan merkezi doktorlarımıza danışabilirsiniz.
Klima bakterisine karşı 4 önlem
Sağlığınızı tehlikeye atan klimalara karşı nasıl önlem alınmalı ?
Kapalı ortamların ısısını ve nem oranını istenilen seviyelere getirebilen klimalar, soluduğumuz havayı ve solunum yollarımızı doğrudan etkiliyor.
Klima kullanımıyla birlikte su damlacıklarıyla havaya karışarak insanlara bulaşan ve ölümlere yol açan "Lejyoner" hastalığına karşı başlıca dört önlem alınması gerekiyor.
Acıbadem Bursa Hastanesi Göğüs Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Mehmet Karadağ, bu ciddi ve ölümcül hastalığın önlenebilmesi için, bakterilerin bulunabileceği ortamların saptanması ve uygun şekilde dezenfekte edilmesinin çok önemli olduğunu belirtiyor. Prof. Karadağ, alınacak önlemleri şöyle sıralıyor: - Klimalar, havalandırma sistemleri, su depoları, kapalı alanlardaki havuzlar, duş başlıkları ile bazı tıbbi aletler bulaşıcılık açısından dikkatle kontrol edilmeli- Enfeksiyon şüphesi oluştuğunda bakım ve dezenfeksiyon için hiç beklemeden, su 70 derecenin üzerinde ısıtılmalı - Musluklar, duş başlıkları, basınçlı sıcak su ile 30 dakika süreyle yıkanmalı - Metalik iyonizasyon yöntemiyle de dezenfeksiyon yapılabilir. Bu yöntemde özel elektrotlar tarafından havuz suyuna bakır, gümüş ve çinko iyonları aktarılır. Belirli düzeylere geldiğinde bu iyonlar dezenfeksiyonu sağlamaktadır. Bu yöntem klorla yapılan dezenfeksiyondan daha etkili bulunmuştur.
GÖKDELEN, OTEL VE İŞ MERKEZLERİNDE RİSK OLABİLİR
Lejyoner hastalığına neden olan 'Legionella pneumophila' bakterisi, durgun sularda ürüyor. Suyun havaya saçılması sırasında solunum yoluyla, akciğerlere girerek akciğer enfeksiyonlarına neden oluyor. Klima içerisinde oluşan nemli ortam, Legionella pneumophila gibi hastalık etkenlerinin yaşaması ve çoğalması için çok uygun ortamlardır. Bu etkenler su damlacıkları ile havaya karışarak insanlara bulaşıyor. Otel, iş merkezi, gökdelenler gibi büyük binaların havalandırma sistemlerinin su bölmeleri, havuzlar, su depoları gibi ortamlarda çoğalan bakteriler, o binada bulunan pek çok insanda hastalığa yol açabilirler. Ancak her klimalı ortamda bu bakteriler bulunmadığı gibi bakterilerin bulunduğu ortamda yaşayan ve bu havayı soluyan herkes de hastalanmıyor.
HASTALIK 2-10 GÜNDE BELİRTİ VERİYOR
Hastalık etkenine maruz kalan insanlarda 2 -10 gün arasında belirtiler ortaya çıkıyor. Ateş, halsizlik, kas ağrıları, iştahsızlık, baş ağrısı gibi belirtilerle başlayabiliyor. Ancak çoğunlukla ilk dikkati çeken belirti öksürük oluyor. Öksürük başlangıçta kuru ve hafif olarak başlarken, sonrasında balgam üzerinde çizgi şeklinde kan görülebiliyor. Yüksek ateş her vakada ortaya çıkıyor. Hastaların beşte birinde ateşin 40.5 derecenin üzerinde olduğuna dikkati çeken Prof. Dr. Mehmet Karadağ, "Bu yüksek ateş, zaman zaman şuur bozukluklarına neden olabilir. İshal vakaların yüzde 25-50'sinde görülüyor, genellikle sulu ve nadiren de kanlı oluyor. Bulantı, kusma, karın ağrısı vakaların yüzde 10-20'sinde görülüyor. Hastalarda göğüs ağrısı olabilir ve hastaların yaklaşık yarısında nefes almakta güçlük ortaya çıkar" diye konuştu.
EN ÇOK KİMLERİ ETKİLİYOR?
Yüksek ateş ve öksürük yakınması olan hastalar, son günlerde klimalı ortamlarda bulunmuşlarsa Lejyoner Hastalığı açısından değerlendirilmeleri gerekiyor. Tanı için hastanın balgamında Legionella bakterilerinin kültürde üretilmesi, ya da hastanın kanında Legionella bakterilerinin antijenlerinin veya bunlara karşı oluşmuş antikorların saptanması gerekiyor. Hastaların idrarlarında yapılan incelemelerle de teşhis konulabiliyor. Prof. Dr. Karadağ, hastalığın en çok etkilediği kişileri şöyle sıraladı: "Bebekler, yaşlılar, erkekler, sigara içenler, alkolikler, kalp-damar hastaları, kronik bronşit hastaları, diyabet (şeker) hastaları, böbrek hastaları, bağışıklık sistemi baskılanmış olanlar, kortizon kullananlar." Hastalığın tedavisinde her antibiyotiğin etkili olmadığına değinen Prof. Dr. Mehmet Karadağ, "Tedavide doğru ilacın seçilmesi ve erken dönemde tedaviye başlanması yan etkileri önlüyor, şifa sağlıyor. Ancak tedavi süresi hastanın tüm şikayetleri ortadan kalksa bile 3 haftadan az olmamalıdır. Aksi takdirde hastalığın tekrarlaması ihtimali vardır" diye konuştu.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)