Kilo Artisina Karsi Portakal



Uzmanlar, kilo artışına karşı portakal yenmesi tavsiyesinde bulundu.

Kış aylarında soğuk havalarla birlikte gelen hareket isteksizliğinin kilo artışını kaçınılmaz bir hale getireceğine dikkat çeken uzmanlar, kilo artışına karşı portakal yenmesi tavsiyesinde bulundu.

Kış mevsiminin yaklaştığı şu günlerde yorgunluk ve halsizliğin birçok kişide etkilerinin görüldüğünü belirten Diyetisyen Meltem Üney, bağışıklık sisteminin zayıflamaması, vücut direncinin düşmemesi için dengeli beslenmeyi unutmamak gerektiğine dikkat çekti.

Halsizliğin giderilmesi için yoğun kalorili besinlerin tercih edilmesini isteyen Üney, "Soğuklarla gelen hareket isteksizliği ile birleşince kilo artışını kaçınılmaz hale getirecektir. Bu nedenle 3 ana 3 ara öğün şeklinde beslenmek metabolik hızı yavaşlatmadan, kan şekeri seviyenizde kontrol altında tutup, halsizlik ve yorgunluğunuzu ortadan kaldıracaktır. Havaların soğumasıyla birlikte su tüketimindeki azalma yorgunluğu artıracak. Susamadan su içmeyi gerektirmektedir. C vitamini, direncimiz için iyi bir destektir. Bu nedenle mevsim meyveleri tüketmek önemlidir. Mevsimde çok bulunan portakal iyi bir C vitamini kaynağıdır" dedi.

Portakal suyunun yerine meyvesinin tüketilmesinin fazla kalori alınmamasına sebep olacağını kaydeden Meltem Üney, bunun yanı sıra posa tüketimiyle, sindirim sistemini desteklemediğini, kabızlığı engelleyeceğini ve vücuttaki atıkların daha kısa sürede uzaklaştırılması sağlayacağını ifade etti.

Üney, "Enerji ihtiyacı için şekerli besinler yerine tam tahıllı ürünler tercih edilirse içindeki B grubu vitaminlerin kas ve sinir sisteminize desteği olacaktır" dedi.

Diyetisyenle Verilen Kilolar 2 Kati Geliyor



Obezite ve Metabolizma Hastalıkları Uzmanı Dr. Ayça Kaya, şişmanlıkla mücadele etmek için medikal tetkik, doğru yeme davranışı ve aktiviteden oluşan üç boyutlu bir tedavi uygulamak gerektiğini söylüyor. Sadece diyetisyene giderek kalıcı bir zayıflık elde edilemeyeceğini belirten Kaya, sağlıklı kilo vermenin formüllerini açıkladı:

DOKTOR DESTEĞİ ŞART!
* Diyetisyenle verilen kilolar, doktor kontrolünde verilen kilolara göre daha mı kolay geri alınır?
Diyetisyenler toplum tarafından zayıflama doktoru olarak algılanıyor. Oysa, zayıflamanın ya da kilo kontrolünün ilk adresi doktorlardır. Diyetisyenler tıp doktorları ile birlikte ekip çalışması yaparak hastayı beslenme konusunda eğittiğinde, kalıcı sonuçlar alınabilir. Fazla kilolarından yakınan biri, bu şikayetinden kurtulmak için sadece diyetisyene gittiğinde, sorun sadece fazla yemek olarak algılanıyor. Kişiye, hayat boyu yapamayacağı düşük kalorili ve haftada bir değişen mucize rejim listeleri veriliyor. Sadece diyetisyene giderek zayıflamaya çalışan insanların kendilerine özel yemekler pişirdiklerini ya da gram ölçüleri ile hazırlanmış yiyecekleri tükettiklerini görürüz. Bu şekilde kısa vadede fazla kilolar hızla kaybedilse bile, hasta tekrar börek-çörek yemeye başladığında verdiği kiloları iki misliyle geri alır.

TEDAVİ ÜÇ BOYUTLU
* Bir kişinin ideal kilosuna sağlıklı bir biçimde inebilmesi ve hep o kiloda kalabilmesi için nasıl bir diyet uygulaması gerekir?
Fazla kilo sorunu olan birinin, bunun sadece çok yemekten kaynaklanmadığını bilmesi gerekir. Zayıflama ve ideal kiloda kalabilme işi, üç boyutludur. Bunun birinci boyutu; şişmanlığa neden olabilecek metabolik hastalıklar açısından, kişinin bir dahiliye uzmanı tarafından detaylı olarak muayene edilmesi ve kan testlerinin yapılmasıdır. Eşlik eden hastalıkların mevcudiyetine ve kilo fazlalığı derecesine göre; doktor kontrolünde gerekli tıbbi zayıflama tedavisine başlanmalıdır. Zayıflama tedavisinin ikinci boyutu ise; hastaya ömür boyu sürecek doğru yeme davranışının kazandırılmasıdır. Bu, her hafta değişen diyet listeleri ve çorba tarifleri ile olmaz. Hastayı besinler konusunda eğiterek, kendi kendine çıkış yolları bulmasını sağlamak gerekmektedir. Üçüncü boyutu ise aktivitedir. Ancak burada kişiyi aktiviteye yönlendirirken, onu, hayatı boyunca yapamayacağı çok ağır egzersizlere sevk etmek yerine, hareketi kişinin yaşam tarzı haline getirmek gerekir.

Grip Asinin Yan Etkileri Var mi?



Son zamanlarda çevremizde elinde kağıt mendil, burnu silinmekten kızarmış ve sürekli hapşıran pek çok kişiye rastlıyoruz.

Havaların soğuması ile birlikte grip mevsiminin gelmesinin en büyük işaretlerinden biri de bu. Gripten korunmanın en etkili yolu ise aşı olmak. Suadiye Memorial Tıp Merkezi Göğüs Hastalıkları Bölümü’nden Uz. Dr. İlkay Keskinel, “Grip ve grip aşısı” hakkında bilgi verdi.

Ortak kullanılan eşyalar gribin hızla bulaşmasına neden oluyor

Grip, çoğunlukla sonbahar ve kış aylarında görülür. Hastalığı taşıyan kişilerin öksürmesi ya da hapşırması ile havaya yayılan damlacıklarla ve doğrudan temasla bulaşır. Kapı kolları, bilgisayar klavyeleri, telefonlar gibi ortak kullanılabilecek eşyalar bulaşmaya neden olabilir. Belirtileri arasında ateş, boğaz ağrısı, burun akıntısı, hapşırık, öksürük, baş ağrısı, kaslarda ve eklemlerde ağrı ve halsizlik sayılabilir. Genellikle 1-2 hafta içinde iyileşme görülür. Ancak yaşlılarda, diyabetlilerde, altta yatan böbreğe, kalbe ya da solunum sistemine ait kronik hastalığı olan kişilerde daha ağır seyredebilir. Bunun yanında zatürre gibi hastalıklara da zemin hazırlayabilir.

Sık sık ellerinizi yıkayın

Grip, bir virüs hastalığı olduğundan antibiyotik tedavisine yanıt vermez. Hastalara bol sıvı almaları, yatak istirahati ve belirtilere yönelik ilaçlar önerilir. Virüse yönelik ilaçlar erken dönemde faydalıdır.
Gripten korunmada gripli kişilerle temastan kaçınılması, ellerin sık sık yıkanması (örn. tokalaşma sonrası), kapalı kalabalık ortamlardan kaçınılması ve grip aşısı önerilebilir. Grip virüsü sürekli tip değiştiren bir virüs olduğundan Dünya Sağlık Örgütü her yıl o sene sık görülen virüs tiplerini belirlemekte ve aşı buna göre hazırlanmaktadır. Aşı, 3 tip ölü virüs içermektedir. Uygulandıktan sonra etkisinin ortaya çıkması 10-15 gün kadar bir süre almaktadır. Bu nedenle sonbahar başlarında yapılması önerilmektedir. Tüm kış boyunca yapılmasının bir sakıncası yoktur, erken yapılmasının nedeni, bağışıklığın bir an önce başlamasının sağlanmasıdır. Bu arada, çoğunlukla koruyucu olsa da grip aşısı yapılması, kişinin o yıl asla grip olmayacağı anlamına gelmez. Aşının koruyuculuğu, yüzde 60-80 arasında değişmektedir. Ayrıca grip aşısı gribe benzer diğer hastalıklardan (nezle gibi) korumamaktadır.
6 ay-3 yaş arası çocuklara grip aşısı yarım doz, 3 yaş üstüne tam doz olarak uygulanır. İlk defa aşılanan 8 yaş altındaki çocuklara 1 ay ara ile 2 kez aşı yapılmalıdır.

Yaşlılar ve çocuklar mutlaka grip aşısı yaptırmalı

65 yaşın üzerindekiler, bazı akciğer hastalığı olanlar (astım, kronik bronşit gibi), kronik kalp ve damar hastaları, şeker hastaları, kan hastalığı olanlar, bağışıklığı baskılanmış kişiler (uzun süreli kortizon kullanımı, AIDS, kanser tedavisi görenler gibi) grip aşısı yaptırmalıdır. Ayrıca, bakım/huzur evlerinde kalanların, burada çalışan personelin ve sağlık çalışanlarının da grip aşısı yaptırması uygun olabilir.

6 aydan küçük bebeğinize grip aşısı yaptırmayın

Aşı, tavuk yumurtasında hazırlandığından yumurta alerjisi olanlara, aşının içeriğine alerjisi bulunanlara, Guillain-Barré Sendromu adı verilen nörolojik bir hastalığı olanlara ve 6 aydan küçük bebeklere uygulanmamalıdır. Grup aşısı yapılacağı zaman ateşli bir hastalık geçirmekte olanların da, rahatsızlıkları düzelene kadar aşıyı ertelemesi önerilmektedir.

Grip aşısının yan etkisi var mıdır?

Grip aşısı canlı olmayan virüs içerdiğinden aşıya bağlı olarak grip geçirmek mümkün değildir. Ancak, aşıya bağlı hafif yan etkiler görülebilir. Bu yan etkiler arasında,
§ Aşı yapılan bölgede ağrı, kızarıklık ya da şişme,
§ Kas ağrıları,
§ Kırgınlık hissi,
§ Hafif ateş sayılabilir.
Nadiren, özellikle yumurta alerjisi olanlarda, ciddi alerjik reaksiyon görülme riski vardır.

Seker Hastaligini Bitirecek Bulus


Diyabet hastalarına umut veren gelişme. Harvard Üniversitesi’nde görevli Prof. Göhan Hotamışlıgil ve ekibi yeni bir hormon keşfetti.

Hormonu vücutta çalıştıracak formül bulunursa diyabet, şişmanlık ve bağlı hastalıklar belki de tarihe karışacak

Harvard Üniversitesi’nden gelen haber tüm dünyadaki milyonlarca diyabet hastası için umut oldu. Uluslararası alanda başarılı çalışmalarıyla ünlenen Türk bilim adamı Prof. Dr. Gökhan Hotamışlıgil ve ekibi, diyabet, karaciğer yağlanması ve metabolik hastalıkları durdurabilecek hatta tersine çevirebilecek yeni bir hormon keşfetti. Hormona ‘Likopin’ adı verildi.

Bu hormon, diyabetin, şeker metabolizması kadar yağ metabolizmasını da bozan bir hastalık olduğunun da belirlenmesini sağladı.

KARACİĞERE SİNYAL

Harvard Üniversitesi Genetik ve Kompleks Hastalıklar Bölümü Başkanı Prof. Dr. Gökhan Hotamışlıgil ve araştırma ekibi, deney farelerinde insülin ile eşdeğer etkilere sahip ve yağ asiti karakterinde olan bu yeni hormon türüyle yağlar ile diyabet arasındaki gizemli ilişkiyi de ortaya çıkardı.

Dünyanın önde gelen bilim dergilerinden Cell’de yayımlanan makale ve beraberindeki yorumlara göre, Likopin’in keşfi diyabet ve şişmanlığın ve bunlara bağlı diğer hastalıkların çözümü için çok önemli bir aşama olarak görülüyor.

Prof. Dr. Hotamışlıgil, ilk başta söz konusu mekanizmanın arkasındaki maddenin bir protein ya da peptid hormonu olduğunu düşündüklerini ve uzun yıllardır bu maddeyi aradıklarını söyleyerek “Sonra bu maddenin yağ hücreleri tarafından kana salgılanan binlerce yağ asitinden biri olabileceğini fark ettik ve yağları taramaya başladık” diye konuştu.

Prof. Dr. Hotamışlıgil, “C16:1n7-palmitoleate” adı da verilen bu hormonun neler yapabildiğini “Likopin yağ dokusundan salındıktan sonra kasları ve karaciğeri etkiliyor. Kas dokusunda hücrenin insüline karşı hassasiyetini artırıyor, karaciğerde ise yağ toplanmasını engelliyor. Ayrıca metabolik hastalıklara sebep olan en önemli faktör inflamasyonu (iltihaplanma) da durduruyor” sözleriyle anlattı.


Gıdadaki yağ depolanmayacak

Prof. Dr. Hotamışlıgil ve araştırma ekibi deney hayvanları üzerinde yaptıkları araştırmalarda yeni hayvan modelinde gıdalardan alınan yağın depolanmadığını ve bunun yerine, yağ hücrelerinin kendi yağ moleküllerini geliştirdiğini gözlemledi. Yani vücutta üretilen bu yağ, palmitoleate yapımını tetikliyor ve bütün vücudun metabolizmasının sağlıklı bir şekilde çalışmasını sağlıyordu.

YAĞ HAKKINDA BİLDİĞİMİZ HER ŞEY DEĞİŞECEK

PROF. Dr. Gökhan Hotamışlıgil, yağ hakkında bugüne kadar söylenenlerin aksine çarpıcı açıklamalarda bulundu. Hotamışlıgil, yaygın kanının aksine vücutta üretilen yağın zararlı olduğu düşüncesinin yanlış olduğunu söyledi.

Prof. Dr. Hotamışlıgil şu bilgileri verdi:

VÜCUDUN YAĞI EN İYİSİ

“Evde yapılan yemek gibi, vücudun ürettiği yağın en iyisi olduğunu görüyoruz. Bu gözlemle, kanda her seviyesi yükselen yağın zararlı olduğu görüşünü kitaplardan çıkarmamız gerekecek.” Hotamışlıgil, şöyle devam etti: “Hücrelerin kendi ‘iyi’ yağını üretmesi için kimyasal yollarla teşvik edilebileceğine inanıyoruz ve mümkün olduğunu bu çalışmada gösterebildik. Bu yöntemler insana uygulanabilirse öngörülmemiş tedavi yaklaşımları geliştirilebilir. İnsanlarda bu hormonun düzeyleri ile metabolik hastalıklar arasındaki ilişkiyi inceliyor, maddenin etkilerini ölçmeye hazırlanıyoruz.”

İftardan Sonra Sakin Icmeyin !



Oruç tutuanlar aman dikkat ! İftardan sonra bunları sakın yapmayın...

Oruç hem ruha hem bedene manevi güzellikler katar. Ancak orucun bu hikmetinden faydalanmak için yediklerimize dikkat etmemiz gerekir. Bunun için çok yemek yemekten, sağlıksız ürünler tüketmekten, hareketsizlikten kaçının

Yeni Şafak'ın haberine göre Ramazan ayının sağlığımız açısından çok değerli bir ay olduğunu ancak bizlerin yanlış beslenmesi sonucu orucun güzel etkilerinden tam anlamıyla faydalanamadığımıza dikkat çeken Dr. Ender Saraç, Ramazan dolayısıyla yapılan beslenme hatalarını ve nelere dikkat edilmesi gerektiği hususunda şu önerilerde bulundu.

MİDENİZE BİR ANDA YÜKLENMEYİN:

İftar ve sahur yemeklerinde sindirimi kolay hafif ama vücut metabolizması için yararlı besinler tercih edilmeli, ana menümüzde ağır yağlı yemekler, kızartmalar ve kalorisi yüksek yiyeceklerden uzak kalınmalıdır. Az yağlı hafif sebze yemekleri, ızgara etler veya fırında pişirilmiş yemekler ile yoğurt tercih edilmelidir.

SUSUZ KALMAYIN:

Oruç tutarken uzun süre susuz kalındığından ilk işimiz susuzluğun giderilmesi olmalıdır. İftar ve sahurlarda bol sulu gıdalar tüketilmelidir. Özellikle salatalık, elma, kavun, domates gibi sebze ve meyveler susuzluğu daha az hissetmemizi sağlarlar. İftardan sahura kadar olan saat diliminde en az 7-8 bardak su tüketilmeye çalışılmalıdır.

SAHURDA ŞARKÜTERİ TÜKETMEYİN

Kahvaltılıklar ve meyve sahur için en uygun yiyeceklerdir. Sahurlarda ana yemekler tüketilmemelidir. Tuzlu gıdalardan ve şarküteri ürünlerinden mümkün olduğunca kaçınılmalıdır. Yağ ve tuz sindirimi zorlaştırdığı gibi mideye rahatsızlık hissi verir ve susuzluğu arttırır.

İFTARDAN SONRA HEMEN ÇAY İÇME

Dr. Ender Saraç, iftar yemeğinin ardından dikkat edilmesi gerekenleri şöyle sıraladı:

SİGARA YAKMAYIN: Yemeklerden hemen sonra içilen bir sigaranın normal zamanda içilen sigaradan daha zararlı olduğu yapılan araştırmalarla kanıtlanmıştır.

HEMEN ÇAY İÇMEYİN: Çay yapraklarındaki asitli madde proteinin hazmını zorlaştırır.

TOK KARINLA BANYO YAPMAYIN: Normal zamanlarda da yemeklerden hemen sonra banyo yapmamak gerekir. Banyo yaptığımızda vücuttaki kan dolaşımı hızlanır. Mide çevresindeki kan miktarı azalacağından midemizin sindirim sistemi zayıflar. Çeşitli rahatsızlıklar ortaya çıkar.

Kanseri ve Menapozu Yenin !



Kanserden menapoza kadar bir çok rahatsızlığa birebir gıdalar..

Son yıllarda bir ANTİOKSİDAN kelimesi hayatımıza girdi. Sağlıklı uzun bir ömrün bilinen olmazsa olmazı haline geldi. Peki nedir bu antioksidan, gerçekten yaşamak istediğimiz sağlıklı ve kaliteli bir hayatın yapı taşları mı ?

ANTİ-OKSİDAN kelimesini açmadan önce onun zıt anlamını belirtmekte yarar görüyorum. Anti oksidan kelimesinin karşıtı olan oksidan ile antioksidanların karşıtı olan oksidanlar nelerdir. Okside olmuş maddeleri paslanmış olarak tanımlarız. Bunun kimyasal nedeni ise oldukça basittir.

Oksijenle temas eden her madde okside olur. Örneğin demirin paslanması ya da balıkları sudan çıktıktan sonra ölmesi, oksijenin zararlı etkileridir. Soluduğumuz havadaki oksijen, vücut içinde serbest radikaller adı verilen ve toksik (zehirli) bazı maddelerin oluşmasına neden olur. Bunun dışında vücudumuzda da sürekli olarak oksidan maddeler oluşur.

Bu maddelerin kaynağı çoğunlukla besinlerden enerji üretimi ve tüketimi sırasında meydana gelen kimyasal olaylardır. Çevre kirliliği, stres yorgunluk, depresyon, ultraviyole ışınlar,sigara vs. gibi pek çok olumsuz etmen insan vücudunda oluşan oksidanların dışında oksidan oluşumuna zemin hazırlar. Bu etmenlerin oluşturduğu ve bizim serbest radikaller olarak tanımladığımız zararlı maddeler zaman içinde hücrelerimizi ve organlarımızın paslanmasına neden olur. İnsan vücudu oksidanlara karşı kendi ürettiği vitaminler ve salgıladığı enzimlerle yani doğal antioksidanlarla başa çıkamaya ve bunları zararsız hale getirmeye çalışır. Ancak bazen yetersiz kalabilir.

KALP HASTALIKLARINDA KANSERE KADAR ETKİLİ

Yüksek tansiyon, yüksek kolesterol seviyelerinin düşürülmesinde

Kalp krizi ve felce karşı korunmada

Her çeşit kanser riskinin önlenmesinde

Yaşlanma sürecinin ve ciltte kırışıklığın geciktirilmesinde

Romatizmal hastalıklarda

Kanser hücrelerinin büyümelerinin durdurulması ve geriletilmesinde

Sigaranın vücuda verdiği zararların azaltılması

Kilo problemlerinin kontrol altına alınması allerjik hastalıkların önlenmesinde, antioksidanlar destekleyici olarak kullanılır.

BESLENME YOLUYLA ALIN

Antioksidanlar; serbest radikalleri yok eden kimyasal maddelerdir. Bunu vücudumuz gerektiğinde kendisi üretir. Yani antioksidanlar, vücut hücreleri tarafından üretildiği gibi, gıdalarla da alınan bir grup kimyasal madde.

Antioksidanların vücutta gerekli seviyelerde bulunabilmesi için, yüksek oranda antioksidan içeren çay, meyve ve sebze gibi besinler alınmasına dikkat edilmelidir. Bugün dışarıdan temin edilecek pek çok antioksidan bulmak mümkün ancak antioksidanların doğal yol olan beslenme yoluyla alınması daha etkilidir.

Asetilsistein

Alfa Lipoik Asid

Beta Karoten

Katalaz

CLA (konjuge linoleik asit)

Koenzim Q10

Ginkgo Biloba

Üzüm Çekirdeği (Grape Seed)

Yeşil Çay

Glutamin

Lutein

Likopen

Melatonin

Metiyonin

Selenyum

Superoksit Dismütaz

B6 ve B12 Vitaminleri

C Vitamini

Folik asit

E Vitamini

Magnezyum

Çinko

Glutatyon'dur. Dışarıda temin edilebilecek pek çok antioksidan ürün bulunmaktadır.

Ancak çalışmaların da gösterdiği gibi antioksidanların doğal yolla yani beslenme yoluyla alınması en etkili yoldur. Çünkü hücrelerimiz ve sindirim sistemi doğal yolla alınan antioksidanları daha doğru ve etkili kullanabilmektedir. Bunun dışında:

YİNE SAĞLIKLI BESLENME

Hücrelerimiz ve sindirim sistemi doğal yolla alınan antioksidanları daha doğru ve etkili kullanabilmektedir. Vücudunuzun ihtiyacı olan antioksidanı alabilmesi için, sebze-meyve ağırlıklı beslenmek büyük önem taşımaktadır. Beslenme yoluyla daha zengin antioksidanlar alınmaktadır.

SERBEST RADiKALLERiN ZARARLARI

Yapılan çalışmalar serbest radikallerin vereceği zararların çeşitli hastalıklara neden olabileceğini göstermiştir. Kalp damar hastalıkları, şeker hastalığı (diyabet), kanser, karaciğer hastalıkları, romatizmal hastalıklar, sinir sistemi hastalıkları, sindirim sistemi hastalıkları, cilt hastalıkları, kırışıklıklar ve cinsel işlev bozukluğu bu hastalıklardan bazılarıdır.

MENOPOZDA ÇOK ÖNEMLİ

Menopoz dönemine adım atan kadınların antioksidan zengini besinlere de ağırlık vermeleri önerilir. Koyu renkli sebze ve meyveler bu ihtiyacı önemli bir ölçüde karşılayacaktır. Yine günde 1-2 bardak yeşil çay tüketmeleri bu konuda fayda sağlayacaktır...

Gebelikte Tansiyona Dikkat !



Hamilelikte en çok ölüm gizli katil hipertansiyondan kaynaklanıyor....

DİYARBAKIR’da, Özel Çamlıca Kadın Hastalıkları ve Doğum Hastanesi’nde görevi Op.Dr. Emel Doğan Özdaş, Türkiye’de gebelik sırasında anne ölümlerinin yüzde 50’sinin hipertansiyon ve buna bağlı etkenlerden kaynaklandığını söyledi. Dünyada hızla yaygınlaşan hipertansiyonu ’sessiz katil’ olarak adlandıran Özdaş, "Hipertansiyon genellikli ilk hamilikte görülür, gebeliğin 20’inci haftasından sonra ortaya çıkar. Özellikle hamilelerin sık sık tansiyonlarını ölçtürmeleri gerekir" dedi.

Op.Dr. Emel Doğan Özdaş, dünyada hızla yayılan hipertansiyonun hamile kadınlar için büyük tehlike yarattığını söyledi. Hipertansiyonu ’sessiz katil’ olarak adlandıran Özdaş, Türkiye’de yaşamını yitiren hamile kadınların yüzde 50’sinin hipertansiyondan kaynaklandığını söyledi. Hipertansiyonun en önemli belirtisinin enseden başlayan baş ağrısı, halsizlik, yorgunluk, çarpıntı ve gece sık idrara çıkma olduğunu belirten Emel Doğan Özdaş, "Yüksek tansiyon çoğu zaman belirti vermez, tamamen tesadüfi fark edilir. Hipertansiyon yaptığı semptomlar itibarı ile genelde hastanın hafife aldığı bir durumdur. Hasta bunları başka hastalığa yorar. Halbuki bir tansiyon ölçüldüğünde durumu görebilir. Hatta hiçbir şikayeti olmayan insanların bile yılda bir defa tansiyonlarını ölçtürmelerinde fayda vardır" dedi.

Hipertansiyonun hedef organının kalp olduğunu söyleyen Özdaş, "Hastalık kalbi yüzde 55 oranında etkiler. Zamanla kalp yetmezliği ve kalpte büyümeden olur" dedi. Hastalığın hamile kadınlarda hamileliğinin 20’inci haftasından sonra ortaya çıktığını ifade eden Özdaş, "Hastalığın asıl kaynağı gebeliğin kendisidir, İlk hamilelikte ve 20 yaş altı ve 30 yaş üzeri halime kadınlarda sık görülür. Annelerde ölüme, erken doğuma, bebeklerde kalp yetmezliği, böbrek yetmezliği, akciğer yetmezliği gibi hastalıklar meydana gelmektedir. Hamililikte hipertansiyondan korunmak için düzenli süt ve süt ürünleri, C ve E vitaminleri çok önemlidir. Bunlar hafif tansiyonun şiddetli hale gelmesini önler. Halime kadınların, sık sık tansiyonlarını ölçtürmesi, kan, idrar testleri yaptırması ve kilo takibi yaptırması gerekir" dedi.